Gündem Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gündem Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Haziran 2012 Salı
Fatih'in Gizli Ordusu
Nakşibendî yolunun büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrar k.s. hazretlerinin Orta Asya’dan tayy-i mekân ile (bir anda uzun mesafe kat ederek) İstanbul’un fethine iştirak ettiği anlatılır. Bu olayın farklı yerlerden şahitleri vardır: Torununun oğlu Hâce Muhammed Kâsım k.s. anlatıyor:
“Ubeydullah Ahrar hazretleri, Perşembe günü öğleden sonra aniden atının hazırlanmasını emretti. Atına binip süratle Semerkand’dan dışarı çıktı.
Mevlâna Şeyh adıyla tanınan bir talebesi onu bir müddet takip etti. Ubeydullah Ahrar hazretlerinin, atının üzerinde bir sağa, bir sola meylinden sonra kaybolduğu haberini verdi. Ubeydullah Ahrar hazretleri bir müddet sonra döndü. Talebeleri, heyecanla bu ani yolculuğun hikmetini sordular.
O da:
– Türk sultanı Mehmed Han, Allah Tealâ’ya dua ederek benden istimdad, yardım istedi. Ben de ona yardım etmeye gittim. Allah Tealâ’nın izni ile zafer müyesser oldu, buyurdular.”
Aynı kerameti Horasan’dan gelip İstanbul’u ziyaret eden Ubeydullah Ahrar hazretlerinin torunu Hâce Abdülhâdî k.s. ise şöyle anlatır:
“İstanbul’a gittiğimde Sultan II. Bayezid, dedem Ubeydullah Ahrar’ın şekil ve şemailini tarif etti, boz bir atının olup olmadığını sordu. Ben de anlattım. Bunun üzerine şöyle dedi:
– Babam Fatih Sultan Mehmed anlattı: – Fethin en şiddetli zamanında Rabbime iltica ederek, zamanın kutbunun imdada yetişmesini istedim. Şu şu vasıfta, bir beyaz atın üzerinde karşıma geldi: – Ey Sultan Mehmed, korkma, zafer senindir, buyurdu.
Hazret’e:
– Nasıl korkmayayım kâfir ordusu çok kalabalık, dedim. O da bana cübbesini açarak: – İçine bak, dedi.
Hayretle cübbesinin içinden kalabalık bir ordu gördüm:
– Bu ordu sana yardıma geldi, dedi ve devam etti: – Şimdi şu tepenin üzerinden üç defa köse, büyük davula vur ve bütün askere hücum emrini ver, buyurdu.
Sultan Mehmed Han şöyle devam ediyor:
– Vezirlerim, o esnadaki halimi düşman askerlerinin çokluğu sebebiyle söylediğimi, hayretimi ifade ettiğimi zannettiler. Çünkü onlar o zatı görmüyorlardı. Buyurduklarını yaptım. Hazret de ordusu ile hücuma iştirak etti. Allah Tealâ’nın yardımı ve izniyle feth-i mübîn gerçekleşti.”
Tarih kitaplarının beyanına göre Fatih Sultan Mehmed Han, Ubeydullah Ahrar k.s. hazretlerini diğer İslâm alimlerini davet ettiği gibi İstanbul’a davet etmiştir.
Kaynak: (Semerkand Dergisi, Hâl Dili, Temmuz 2011)
Siz Hiç Evliya Gördünüz mü?
1983 yılının mayıs ayıydı. Konya Askeri Cezaevinden alınarak başka bir mahkemem için İzmir Buca Cezaevine getirildim.Yol boyunca tam bir ölüm mahkumu muamelesi görmüş, dünyaya bir veda psikolojisi ile bakmıştım... İçimde bir his "bu güneşi, bu ağaçları, bu dünyayı bir daha göremeyeceksin" diyordu...
Bu duygularla bir şafak vakti, Buca Cezaevine teslim edildim. Beni en çok sevindiren, aylar sonra Buca Cezaevinde bulunan arkadaşlara kavuşmam olmuştu. İhtilalden üç yıl sonra da, onlarla ilk defa görüşecek, ilk kez de kucaklaşma imkanı bulacaktım. Ama beni asıl sevindirecek olan, bir kaç hafta önce idam cezasına çarptırılan Halil Esendağ'la Selçuk Duracık'ı görmem olacaktı. Bundan dolayı müthiş heyecanlanıyordum.
İdam alan ve aylarda beri ölüm hücresinde infazı bekleyen arkadaşların halet-i ruhuyilerini, ölüm cezasını nasıl karşıladıklarını merak ediyordum. Mahkeme saati yaklaştıkça yavaş yavaş koğuşlardan çıkarılan tutuklular da kapıda görünmeye başladılar. Gelenler içinden tanıdıklar çıkınca kucaklaşıyor, derin bir hasretle birbirimize sarılıyor duygulu anlar yaşıyorduk.
Merak içindeydim, üç yıl görmediğim Halil acaba ne durumdaydı? Neredeyse kesinleşen cezasını nasıl karşılamıştı? Kafam bu sorularla meşgulken, Halil Esendağ mütebessim bir yüzle çıka geldi. Yüzü çektiği çilelerle temizlenmiş, parlatılmış gibiydi. Asırlardır birbirimizi görmemiş insanlar gibi hasretle kucaklaştık. Sanki kalplerimizden birbirimize tatlı, ılık bir şeyler akıyordu. Kısa bir hal-hatır fırsatı bile bulamadan gardiyanlar çağırdı, ikişer ikişer kelepçelenerek ring araçlarına bindirildik. İsteğim üzerine benim elim Halil'in eli ile kelepçelenmiş; böylece mahkemeye gelinceye kadar yolda bir kaç kelime konuşma imkanımız olmuştu ...
O konuşurken bütün dikkatim satır aralarına gizlenmiş gerçek düşüncelerindeydi. Acaba korkuyor muydu? Acaba herhangi bir irade zaafı geçirmiş miydi? Vakit ilerledikçe Halil'in tek kelime ile; onu yendiğini ve ona çoktan hazır olduğunu görecektim. Ölümden bahsederken gülüyor, " Allah (c.c)'tan ne gelirse baş üstüne" diyordu.
Mahkemeye gelirken zaman zaman öteki arkadaşların sorularına cevap veriyor, böylece önceki mahkemeye giderken de olup bitenden haberdar oluyordu...
Bir arkadaş "gönderdiğimiz GELİNLİKLERİ aldınız mı?" diye sorunca "aldık" demiş, "nasıl oldu" deyince de "biraz uzun oldu" deyivermişti.
Sonraları mahkemem İzmir'de kalmama karar verince, bende soruyu soran arkadaşlarla aynı koğuşa konulmuş, o zaman bu gelinlik meselesini sormuştum.
"Nedir bu gelinlik? Ben bir şey anlayamadım." deyince anlattılar.
Geçen mahkeme Halil bizden iki kefen istedi. Devletin idam esnasında giydirdiği kefenin torba gibi bir şey olduğu, o kefenleri giymeleri halinde ellerinin, kollarının içerde kalacağını, rahat can çekişemeyeceklerini söyledi.
Bizde koğuşa dönünce, elimizdeki avucumuzdaki parayı bir araya getirdik, iki kefen alacak parayı bulamadık. Koğuşta 23 kişiyiz, üzerimizden iki kefen parası çıkmadı. Sonunda bir arkadaşımızın ailesinin getirdiği iki beyaz nevresimi cezaevi terzisine diktirerek onlara gönderdik. Gelinlik dediğimiz onlara gönderdiğimiz kefenlerdi...
Çok sonradan anlamıştım "gelinliklerimiz uzun geldi" derlerken kefenleri giydiklerini.. Kim bilir kaç gece Azrail(a.s)'i beklerken öylece sabahlamışlardı...!
Şu satırları yazdığım sırada düşünmeden edemiyorum, 23 ülkücü iki kefen alacak parayı bulamıyordu. Ama halbuki tam o sırada Türkiye'de, Avrupa'da paralar toplanıyor ama nedense bir türlü cezaevine ulaşamıyordu...
Bu hareketin kefen soyuculuktan zengin olan nice haini şimdi itibarlı adam rolünde geziyor; ama kim kimden hesap soracak?
Mahkeme salonunda duruşma saatini beklerken artık ölümü yendiğine emin olduğum Halil'e sormuştum." Nasıl bir gecede asılmak istersin?" Halil biraz düşünmüş daha sonra cevap vermişti...
" Yağmurun hafif çiselediği bir gecede..."
Duruşmadan sonra mahkeme benim İzmir'de kalmama karar vermiş, arkadaşlarla birlikte Buca Cezaevine dönmüştüm. Kapı altında Halil aramızdan alınmış, başka bir aleme götürülür gibi götürülmüştü. Bunun onu son görüşüm olduğunu biliyordum.
Cezaevinde gazeteler her sabah bir sergi üzerinde koğuş kapılarına getirilir, tutuklular mazgal deliğinden uygun gördüklerini alırlardı. Gazetelerimiz bir kaç defa gelmemiş, sonra da bunun manasını anlamıştık. İdam cezalarının infaz edildiği günlerde veya mahkumlarla ilgili yeni düzenlemelerin gündeme geldiği günlerde gazeteler gelmez, böylece tutukluların olay çıkarması engellenmiş olurdu.
4 Haziran'ı , 5 Haziran'a bağlayan baharın bütün tazeliği ile kendini gösterdiği böyle günlerden biriydi. O yıllar bize bahar gelmez, şairin :"Bahar gelmiş, çiçek açmış neyleyim" mısraları dilimizden eksik olmazdı. Sabah günlük haberleri herkesten önce okumak için gazetelerin gelmesini bekliyorduk. Bir saat, iki saat derken vakit öğleyi bulmuştu ama gazeteler gelmemişti. Hepimizin içine kurt düşmüştü. Acaba kim? Bugün kimi asacaklar? Çok beklemeden sorumuzun cevabını almıştık. Bir fırsatını bulan cezaevi terzisi kapıya gelerek mazgalı açmış ve o korkunç haberi vermişti
"Bahçede sehpa kuruluyor, bu gece Halil'le Selçuk'u asacaklar !..."
Koca bir koğuş bir anda depreme uğramış gibi sarsılmıştı. Önce ürkütücü bir sessizlik ve şok hali yaşamış, sonra çaresizlik içinde ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette sağa sola koşturmuştuk. Bu koşuşturma ölüm korkusunun veya panik halinin bir neticesi değil, çaresizliğin, onlara ulaşamamanın bu zor saatlerde onları teselli edememenin bir neticesiydi. Acaba kararı radyodan duyunca ne demişlerdi? Genç yüreklerine korkunun hançeri batmış mıydı? Bütün bir koğuş tek bir kalp olmuş onları düşünüyor onlarla ölümü paylaşıyorduk.
Haberi aldıktan bir kaç dakika sonra, mahkumları toplayarak kısa bir konuşma yaptım. Kur-an bilenlere cüzleri dağıtarak gün boyu sabaha kadar Kur-an okumalarını söyledim. Yapacağımız tek şey vardı; dua ve Kur-an'la onlara ulaşmak...
Gece saat 24:00'e kadar iki hatim indirdik. Akşam olunca saat 21:00'den itibaren her yarım saatte bir koğuş penceresine çıkarak, sela okumaya, Peygamber Efendimiz(s.a.v)'e salat-ü selam getirmeye başladım. Koğuş penceresinden yükselen sesin, onların ölümle dolmuş hücrelerine kadar girdiğine inanıyor, salat-ü selamları o duygularla okuyordum...
Cezaevinde idamların infazı 01:00'de olurdu. Son defa sela okumak üzere pencereye çıktım. Halil'in mahkeme salonunda iken söylediği sözler aklıma geldi...
"Yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterdim."
Elimi koğuş parmaklıklarından dışarı uzattım, avucumu göğe doğru açtığımda aman Allah'ım bir yağmur Halil'in duasına icabet edercesine çiseliyordu. Kendi kendime "Ah Halil'im! O gün Rabbimizden güneşleri yağdırmasını isteseydin, Rabbim o güneşleri bile yağdırırdı" diye mırıldandım.
Bir koğuş göklerle birlikte Halil ve Selçuk'a ağlıyordu.
Yorgun bir geceden sonra gardiyanların, "müdür çağırıyor" çağrısıyla uyandım. Cezaevi müdürü üç kişiyi odasına çağırmıştı. Halil'in asılmadan önce her birine ayrı ayrı yazarak bıraktığı hediye ve emanetleri bize takdim ediyordu. Eşyalarını alarak koğuşa geldik. Halil'in son anda yazdığı yazıları bizi rahatlatmış, ölüme metanetli gittikleri konusundaki kanaatlerimizi pekiştirmişlerdi.
Nitekim koğuşa geldikten sonra bazı gardiyanlar idamı anlatarak: "Bu gece Buca'ya rahmet yağdı" demişlerdi. Önce Selçuk, sonra Halil idam edilmişlerdi. İkisi de sehpaya metanetle gelmiş, Kelime-i Şahadet getirdikten sonra altlarındaki sehpa çekilmişti. İpte bir müddet sallandıktan sonra sanki ilahi bir el uzanarak ikisini de kıbleye çevirmişti. Bir gardiyan: "Halil'i indirdiğimizde başındaki takke yana düşmüş, hafif yatmıştı. Biz böyle bir şey görmedik." diyordu.
Sonra infazda bulunan Buca Muradiye İmamı şöyle diyordu. "Bana hiç evliya gördün mü diyenlere; evet... Halil ile Selçuk'u gördüm diyeceğim..."
Halil'in bize emanet ettiği eşyalar koğuş başkanı olduğum için bana takdim edildi. Hepsini tek tek inceledim. Özel eşyalarını ayırdım. Notlarını okudum, notlar daha çok kılınan kaza namazları ile tutulan oruçların listesiydi. Ölümle ilgili ayet ve hadisler bir sürü ilmihal bilgisi ile ilgili notlar.
Eşyalar arasında gazete kağıdına sarılmış küçük bir paket dikkatimi çekti. Çorap ve iç çamaşırı olacağını sanmıştım. Açtım ve baktım ki " Etrafı oyalı yeşil bir baş örtüsü " o an nasıl duygulandığımı, nasıl bir gözyaşı anaforuna tutulduğumu anlatamam. Bütün koğuş ağlıyordu.
Rahmetli Halil tutuklanmadan kısa bir zaman önce evlenmiş, murad alamadan hapishane köşelerine düşmüştü. İhtimal ki; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde eşinin baş örtüsü onun dert ortağı olmuştu.
Dağıtabilir eşyaları dağıttıktan sonra, kalanları postayla babasına gönderdik. Halil'in babası çok dindar, çok mütevekkil bir adamdı. Annesi de öyle. Çok sonraları tahliyeden sonra evlerini ziyaret ettiğimde bu aileden böyle bir yiğidin nasıl çıktığını anlamıştım. Eşyaları gönderdikten takriben iki hafta sonra Halil'in babasından hepimizi ürperten bir mektup geldi. Şöyle diyordu:
Halil'in annesi; oğlum şehit oldu mu? Olmadı mı? diye çok üzülüyordu. Bir gece rüyasında kendini cennette görüyor. Bütün sahabeler toplanmış Hz. Peygamber(s.a.v.)'i bekliyorlar. Halil'in annesi hanım sahabilerden birine yaklaşıp soruyor: Bugün burada ne var ki böyle toplanmış bekliyorsunuz!
Hanım sahabi cevap veriyor: Bilmiyor musun, bugün burada şehit Halil Esendağ'ın düğünü var. Nikahını Hz. Peygamber(s.a.v.) kıyacak onun için bekliyoruz.
Bu rüyayı kime anlattıysak gözyaşlarını tutamamış mescide kapanıp ağlamıştı.
ŞEHADET 5 HAZİRAN 1983
Kaynak : "Eylül'de gel" dediler. Kitabı.
Hikaye : Yusuf Soylu , Nizamettin Coşkun
Özeltip Bandırma Cezaevi 8.9.1999 / Bandırma
''Bir Leyle-i Kadirde düşen din için yere
Şu matemli kalbimden o Ülkücü şehide
Saldırtmadın sağ iken mübarek ma’betine
Uzanan el kırılır bu kutsal dine
Yemin ettik Ülküdaş yolumuz yolun olsun
İmansız alçaklardan zafer kimin haddine
Bakma gözlerimize gözden değildir o yaş
Neden ağlayayım sen ölmedin ki Ülküdaş
Övmeyeceğim seni çünkü övgü az sana
Sen ki bayrağım gibi bulandın bir al kana
Düğün gecesi demişti bu ölüme Mevlana
Bir Leyle-i Kadirde kavuştun sen Mevlana
Omuzlarda gitse de Al bayrakta ki naaş
Sana öldün diyemem ölmedin ki Ülküdaş
Seninle din yolunda olmuştuk biz yoldaş
Sen bizi geçtin ama yetişiriz Ülküdaş
Ne tez geldi yiğidim genç yaşta sana hazan
Şehide su ısıttı aklaştı kara kazan
Senin baş ucunda taş bizim gözümüzde yaş
Sen borcunu ödedin sıra bizde Ülküdaş ''
4 Haziran 2012 Pazartesi
Diyarbakır'da 3 Şehidimiz Var

Bu gün öğlene doğru haber sitelerine göz gezdirirken '' Diyarbakır'da mayın patladı,1 şehit'' haberini görünce cinlerim tepeme çıkmıştı ki sayfa otomatik yenilenip şehit sayısının 2 olduğunu gördüm. Daha sonra öğleden sonra şehit sayısı 3'e yükseldi ve biriside Lice İlçe Jandarma Komutanı Jandarma Kurmay Binbaşı Ercan Kurt olduğu bilgisine ulaştım.
Bu nasıl bir acıdır , bu nasıl bir durumdur ki kendi topraklarımız içinde neredeyse ortalama her gün bir şehit veriyoruz. Karşımızda devlet yok ama savaş var , güçlü olan biziz ama zayiat bizden gidiyor , haklı olan biziz ama dünya onları besliyor...
Bu konu hakkında çok fazla söz söylemekten bıktım usandım.. O yüzden Şehitlerimize Allah'tan(c.c.) rahmet ailelerine ve Yüce Türk Milletine baş sağlığı diliyorum.(Elimden başka bir şey gelmiyor)
Ozan Arif tarafından yıllar önce bu terör belasına yazılmış bir destan vardı , sizleri bu destanı okumaya davet ediyorum. Bilenlerin tekrar yad etmesini , bilmeyenlerin bu manzumeyi okuyarak konuya farklı bir bakış açısı ile bakmalarını temenni ediyorum.
Bu Kanı Durdurun
Her taraf kan kan kan.. her taraf şehit yası
Ya bir ana ya bir dul ya yetim ağlaması
İşte bu Türkiye'nin bugünkü manzarası
Yetmez mi akan kanlar,yetmez mi sönen ocak?
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Devletin kaderini elinde tutan beyler
Şehitlerin ardından bol nutuk atan beyler
Artık lafı bırakın,yanıyor vatan beyler!
Bu yangını, vahşeti kim sona erdirecek?
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak
Boş lafa doyduk beyler! Soyunuz söndü mü hiç? !
Hiç evlat verdiniz mi? Bağrınız yandı mı hiç? !
Askerdeki oğlunuz tabutta döndü mü hiç? !
Hiç acı çektiniz mi yürekler yardıracak?
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Buna terör demeyin, diyene şaşıyoruz
Terör derken taa baştan hataya düşüyoruz
Ne terörü efendim, bir savaş yaşıyoruz
Savaş! Evet savaş bu PKK bir oyuncak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Bu savaşı görmeyen gözleri suçluyoruz
Eşkiya, terör gibi sözleri suçluyoruz
Devleti değil amma sizleri suçluyoruz
Sizsiniz toparlayıp, derleyip, derdirecek.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Asker, polis, özel tim görevini biliyor.
Görevini bilmeyen geriye kim kalıyor?
Siyasiler aksaklık bütün sizden geliyor
Millet sizi takipte, takibi sürdürecek.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Özel timden bahsettik gitmeyelim uzağa
Mesela özel timi kimler aldı kızağa
Kim düşürdü devleti böyle adi tuzağa
Şimdi çıkıp kim bunu hayıra yorduracak
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Saysam şimdi bitmez ki yaptığınız gafları
Pkk' ya çok özel çıkartılan afları
Kiminizin ağzında federasyon lafları
Bu laflar başınıza çok çorap ördürecek
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
İşte böyle hepiniz ayrı telden çalarsa
Polisin tuttuğunu mahkemeler salarsa
Mahkum ceza evini tünel açıp delerse
Bu yarayı başka kim saracak, sardıracak?
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Demokratik çözümmüş, CMUK'muş,falan, filan
Demokratik yollarla savas mı olur ulan?
Artik lafi birakin plan yapilmis plan
El alem yurdumuza baska yurt kurduracak.
Ya bu kani durdurun, ya millet durduracak.
İki yol var efendim, iki yol tartilmalı:
Ya verip kurtulmalı, ya vurup kurtulmalı.
Hiç vatan verilir mi? bu vatan Türk'ün malı!
O zaman tek yol kaldı:hasmi olan vuracak.
Ya bu kani durdurun, ya millet durduracak.
Ne zaman ki kararlı, kesin bir yol izlenir
Tespit sağlam yapılır, yapılan da gizlenir
Çok sürmez bu çakallar bir ayda temizlenir
Ah ulan ah sizdeki fırsat bizde olacak...
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Ne yapıyor bu itler? sınırı geçiyorlar,
Askerin yeri belli vuruyor, kaçıyorlar,
Girdikleri bir in var, göğe mi uçuyorlar?
Bulunmalı bunlara açılan kahpe kucak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Kapatın o bölgeyi Allah kulu girmesin.
Ne yerli ne yabanci basın yayın görmesin.
Dizi gibi her akşam televizyon vermesin.
Gayet sessiz, sedasız, kazınsın köse bucak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Aynı dilden konuşun PKK kalleşine,
Dağlarin zirvesinde tankın, topun işi ne?
Özel tim ve komondo takılsın bak peşine,
Ondan sonra görelim kim kimi kırdıracak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Ama batı bozarmış ağzınızın tadını,
Bozmuş zaten bırakın şu batının adını,
Yahu vatan gidiyor batının avradını!
Batı elbet ipe un serecek, serdirecek.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Amerika, Avrupa körüklüyor bak işte,
İran, Irak, Suriye hepsi aynı bok işte,
Müslüman Türk'ün dostu yok gardaşım yok işte!
Düşmanın vazifesi kıracak, kırdıracak,
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Haydi bunlar dışardan, bir de bunun içi var.
Sayın bakın mecliste PKK'nin kaçı var.
Biri kancık, bildigim en az yirmi piçi var.
Çıldıracak gibiyim vallahi çıldıracak!
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Hele bir vekil var ki; devlet maaş veriyor,
Gardaşı da dağlarda Türk askeri vuruyor.
Vekilimiz olan da zevkten bıyık buruyor.
Bu kafada gidersek daha çok vurduracak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Meclis Türk'ün girmisler, Türk'ü de kovuyorlar,
Ne biz Türk'üz diyorlar, ne Türk'ü seviyorlar,
Milletin meclisinden, millete sövüyorlar,
Bu meclis bu itleri, ne kadar ürdürecek?
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak
Dikkat edin milletin ayranı kabarmasın,
Temennimiz netice su noktaya varmasın,
Kehanete lüzum yok eğer bu kan durmasın
Bu defteri bu millet kendisi dürdürecek
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Türk Milleti bu işe el korsa arkadaşlar,
Ne Tendürek Dagi'ndan ne de Cudi'den başlar,
Millet önce meclisi, önce sizleri haşlar.
Tutumunuz bu işi kötüye vardıracak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Kürdü, Lazi, Çerkezi, bir ağacın dallari,
Bu ağacin adı Türk, daha çoktur kolları.
Ağaca balta vuran Ermeni'nin dölleri.
Kürt, ARiF'in gardaşı, bu gardaşlık duracak.
Ya bu kanı durdurun, ya millet durduracak.
Ozan Arif
8 Mayıs 2012 Salı
Ahmed Şefik Midhat Paşa Taif'te Boğularak Öldürüldü.

8 Mayıs 1884 tarihinde taif'te Osmanlı Sadrazamı Mithat Paşa boğularak öldürüldü. 18 Ekim 1822 tarihinde doğan Mithat Paşa Tarihe Osmanlı Devleti'nin İlk anayasası olan Kanun-i Esasi'yi hazırlayan kurlun başkanı olarak kaydedildi. Sadrazam, Tuna,Aydın ve Suriye Valisi olarak Bir çok görevde Osmanlı Devleti'ne hizmetleri olmuştur.
Osmanlı Tarihinde Padişahı tahtan indirip , tahta çıkarma operasyonları ile hep gündemde kalmıştır.5.Murat'ın tahtan indirilip yerine 2.Abdülhamit Han'ın getirilmesinde büyük rol oynamıştır. Sebebi nedir bilinmez Mithat Paşa 2.Abdülhamit Han'ın bir anda gözünden düşmüş ve hedefine girmiştir. Abdülhamit Han tarafından sürgüne gönderilmiş ve Yıldız Sarayında gıyaben kurulan mahkemede ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bazı kaynaklar Abdülhamit Han'ın '' dün başkasını indirip beni tahta geçiren , yarında beni tahttan indirir'' diyerek ve Bir takım yabancılarla iş birliği içinde olduğunu düşünerek ölüm cezasına çarptırmıştır. Daha sonra cezasını idam dan müebbet hapise çeviren Abdülhamit Han sürgüne gönderildiği Suudi Arabistan'ın Taif kentinde Mithat Paşa'nın bir kaç ileri gelen arap ile görüştüğünü tespit edince muhafızlarına öldürülmesi emrini vermiştir.
Abdülhamit tarafından gizli bir emirle öldürüldüğü için bu olay kayıtlara Mithat Paşa cinayeti olarak geçmiş , idam cezasının gereği yapılmış olsaydı bu bir idam cezası olarak kaydedilecekti.
1947 yılında şu an ki adı İnönü Stadyumu olan Beşiktaş'ın stadına ilk önce dönemin iktidar partisi olan Demokrat Parti tarafından Mithat Paşa adı verilmiş , daha sonra 1973 yılında İnönü Stadyumu olarak değiştirilmiştir.
Mithat Paşa'nın cenazesi 1951'de Taif'ten getirildi ve 26 Haziran 1951'de cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın katıldığı bir törenle Abide-i Hürriyet Tepesi'ne defnedildi.
6 Mayıs 2012 Pazar
Gaza Gelme yada Ters Düşme...
Türk insanının bir çok özelliği vardır ki , dünyalar imrenmekte , kendi insanlarına örnek bir davranış yada karakteristik özellik olarak gösterilmektedir. Türklerin misafirperverlikleri dünyaların diline düşmüş ve her yerde Türk misafirperverliği ile nam salmıştır. İyi yönleri kadar bir çok kötü halleri de vardır. Her güzelin bir kusuru vardır ancak bazı kusurlar vardır ki , ''bu kadar kusur kadı kızın da da olur'' dedirtir , bazı kusurlar vardır ki asla su götürmez.
Tarih boyunca Türk insanının içinde bulunduğu duruma göre problem yada çözüm ürettiğine hepimiz aşinayız.
Türk insanını ya gaza gelince yada ters düşünce alternatif yollara yönelir.
Ters düşünce , kendi yolunu çizer ve bütün eforunu o yönde harcar. Buna en büyük örnek yakın tarihimizden bir örnektir. Milliyetçi Hareket Partisi'den ayrılıp Büyük Birlik Partisini kuran ve kendine yeni bir yol çizen Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'dur. MHP'nin 12 Eylülden çıkıp , ardından meclise girmesi ile Hükümete güven oyu isteyen Alparslan Türkeş'e muhalefet olarak bunun yanlış olduğunu düşünen Muhsin Yazıcıoğlu , Hükümete güven oyu vermez ve ters düşmüşolur ki bu da Büyük Birlik Partisini kurmasına vesile olan ters düşümüdür.
Yine Başbuğ Alparslan Türkeş'in ardından Milliyetçi Hareket Partisi'ne genel başkanlık için kurultayda yarışan Devlet Bahçeli ile Yıldırım Tuğrul Türkeş arasında yaşanan olaydır. Tuğrul Türkeş Başbuğ'un sağlığında genel başkan yardımcısı olması sebebi ile Başbuğun Vefatı ile boşalan Genel başkanlık koltuğuna vekaleten oturmuş ve ilk kurultaya kadar Genel başkanlık görevini yürütmüştür. İlk kurultayda Genel Başkanlığa , En güçlü isim olarak aday olmuş ancak diğer adayların Devlet Bahçeli lehine çekilmeler üzerine Genel Başkanlık koltuğunu Devlet Bahçeli'ye teslim etmiştir. Bu olaydan sonra kendi partisi olan Aydınlık ve Türkiye Partisini kurmuştur. bu da Yıldırım Tuğrul Türkeş'in ters düşümüdür.
Yukarıdakiler ters düşenlerin kendilerine yeni bir yol çizmelerine örnek teşkil etmektedir.
Bir de gaza gelme durumu söz konusudur ki bu durum daha tehlikelidir. Dostvari şekilde sergilenen tavırlarla başlayan faaliyetler ilerleyen zamanlar da sert muhalefete dönüşür.
Bu konuda da siyasetten ziyade yaşam içinden örnek vermek istiyorum.
Yozgat'ta Lise Caddesi diye bir yer vardır. Şehrin en işlek caddesi olması sebebi ile şehir ekonomisinin döndüğü yerdir. Geçtiğimiz yıl bu cadde üzerinde daha önce olmayan bir ticarethane açıldı. Halka tatlı imalatı ve satışı yapan bir kişi bu hamlesi ile neredeyse tüm Yozgat'ı müşterisi yapmıştı. Çünkü sıcacık taze taze çıkan tatlıları ocakta duran kızgın şerbetin içinden alıp paketleyip müşterisine ikram ediyordu. Belki de gözünün önünde yapılıp servis edilmesidir rağbet görmesinin sebebi... Bunu gören dahi köylü vatandaşlarımızdan bazıları işlek gördükleri ticarethaneyi görüp acaba bende mi bu işi yapsam diyenleri cezbetmiştir. Gaza gelenlerden bazıları aynı lise caddesi üzerinde başka dükkanlar kiralayarak bu işi yapmaya başlamışlardır. Böylece toplamda 900 metreyi geçmeyen lise caddesi üzerinde halka tatlı imalatı ve satışı yapan ticarethane sayısı 4'ü geçmiştir.
Yada İnternet ortamını örnek verebiliriz. İlk zamanlarda bazı haber siteleri vardı şimdi binlerce , ilk zamanlarda forum siteleri çok az ve çok gözde idi , şimdi forum sitesi olmayan webmaster kalmadı diyebiliriz. Son 5 yıldır blog siteleri oldukça revaçta , ilk zamanlarda sadece webtasarımcıların kullandığı bloglar şimdi tüm internet kullanıcıları tarafından kullanılmaktadır.
Son 2 yıldır özgünlük revaçtadır. Bundan 2 yıl önce kadar bir kaç idealist genç yazarın bir araya gelerek oluşturdukları ve kendi kaleme aldıkları yazıları yayınladıkları siteler vardı. Bir elin parmağını geçmezdi. Bunlarında zaten 3 ü devrimci gençlerin 2 side milliyetçi gençlerin sitesiydi. Şimdi üzerinden daha 2 yıl geçmişken özgün fikir siteleri çoğalmaya başladı.
Bunun tek sebebi vardır benlik duygusu , halbuki mevcut var olana destek olmak daha faydalı olacaktır.
Allah herkesi muvaffak eylesin...
Vural Egemen SARIGÖZ
Allah herkesi muvaffak eylesin...
Vural Egemen SARIGÖZ
06/05/2012
26 Nisan 2012 Perşembe
Hainliğin Boyutu '' Tek Tanrı'ya Müzik'' Konseri...
Her geçen gün Dinler Arası Diyalog Safsatasının yürüttüğü çalışmalara yenileri ekleniyor. Avrupa Birliği Bakanımız ve Başmüzakerecimiz Sayın Egemen Bağış'ın ( aynı ismi taşıdığım için utandığım kişi ) ev sahipliğinde gerçekleştirilen ''Ten Tanrı'ya Müzik'' konseri Ayasofya'nın yakınlarında bulunan Aya İrine kilisesinde düzenlendi.
Proje için hazırlanan resmi afişlerde Avrupa Birliği, Türkiye, Yunanistan ve Almanya bayrakları ile cami, kilise ve havra fotoğraflarının yan yana kullanılması gözlerden kaçmadı. Bu hainlik projesinin afişlerinde İslamiyeti temsil eden hilal de, Hıristiyanlığın simgesi haç ve Museviliğin simgesi Davud Yıldızı ile bir arada kullanıldı.
'Tek Tanrı'ya Müzik' konserinde, hainlik ve rezaletler birbirini izledi. Allah (c.c) lafzı yerine tanıtım metinlerinde 'Tanrı' ifadesi kullanılarak, diğer dinlerle İslamiyet tek bir dinmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış'ın gecede yaptığı konuşma ise ihanetin boyutunu gözler önüne sermektedir.
Gecedeki konuşmasında Egemen Bağış'ın "Böyle bir konserin mensubu olmaktan büyük onur duyduğum inancımın Peygamberinin Kutlu Doğum Haftası'na denk gelmesi de beni ayrıca çok duygulandırıyor.Böyle bir mekânda, böyle bir konserde sizlerle birlikte olmak çok çok anlamlı" sözleri tam bir hezeyan , gaflet ve hatta ihanettir.
Hain Projenin Afişi aşağıdaki gibidir.
Vural Egemen SARIGÖZ
26/04/201224 Nisan 2012 Salı
İyi Evlat Yetiştirmeye Nereden Başlamalı?
Şimdi başlığı okuyupta , beni tanıyanlar '' yahu daha yeni çocuğun oldu , hani arada , derede iyi çocuk yetiştirmeyi öğrendin'' diyebilir. Cevap veriyorum. İyi evlat nasıl yetiştirilir bilmiyorum ama kötü evlat nasıl yetiştirilmez onu çok iyi biliyorum. İyi evlat yetiştirmeye nereden başlamalı sorusuna cevap vermeye çalışayım. Ben hayatımın her aşamasında Allah'ın ayetleri , Resulallah'ın Hadisleri, Alimlerin hükümlerini yaşamaya ve bunlara göre hayat sürmeye çalışırım. Allah'a ve Resulüne tevekkül etmiş birisi için iyi evlat yetiştirmenin formülleri vardır. Bu hususta bir çok İslam alimininde öğütleri mevcuttur.
İmam-ı Rabbani Kaddesallahu Sırruhu Aleyh der ki ; ''bir bebek anne rahmine düştüğü anda evliyatullah mertebesindedir ancak validenin yediği haram lokmalar, besmelesiz yemekler o bebeğin mertebesini düşürür'' bu söz üzerine iyi bir evlat yetiştirmeye daha anne rahmine düştüğü anda başlamalıyız. Helalinden kendisinin ve ailesinin rızkını kazanan bir baba , hanımına yedirdiği helal lokma ile sadece karınlarını helalinden doyurmuyor , anne karnında ki bebeklerininde mertebesini , makamını koruyor.
Daha anne karnında iken üzerimize sorumluluğu binen evladımızın doğduktan sonraki büyüme ve gelişme aşamalarında ki mesuliyetimizin önemi ile ehemmiyeti göz ardı edilemez.
Bilim adamları anne karnında ki bebeğin belirli bir oranda geliştikten sonra dışarıdan gelen sesleri duyduğunu ispatladılar. O halde bazı modern anneler ve babalar gibi anne karnında ki bebeğe mozart dinletmektense , elinizi anne karnına koyup bir ayetel kürsi okuyup ardından da ona Allahı ve Resulünü anlarsak daha iyi olmaz mı? Ona ilahiler , ezgiler söylesek olmaz mı? Elbetteki olur. MAdem bebeğimiz sesleri duyuyor o halde Allah adı ile Resul ismi ile büyüsün ve gelişsin.
Bebek dünyaya geldiği andan itibaren anne sütüne muhtaçtır. Anne sütünün faydaları anlatmak bitmez ki bu durumu bilim adamları deneylerle , bilimsel sonuçlarla sabitlemektedirler. Anne sütünün sadece bilimsel boyutunu değil manevi boyutunu da düşünmelidir. Bir anne bebeğini kesinlikle Besmele çekmeden emzirmemelidir. Kadınlarda loğusalık denen dönemin bitmesi ki bu dinimizde en fazla 40 gündür , bu dönem sona erdikten sonrada bebeğini abdestsiz emzirmemelidir. Abdestli bebek emzirme konusunun üzerinde bir çok alim önemle durmuştur. Hep abdestli emzirmenin faziletlerinden bahsetmişlerdir.
Bu konuda bir çok yaşanmış olay menkıbe olarak bizlere kadar ulaşmıştır.
Muhammediye kitabının yazarı olarak da bilinen Yazıcıoğlu Muhammed Efendi, kardeşi Ahmed-i Bican’ın camideki vaazını dinlemeye gider fakat sohbeti dinleyemeden gülümseyerek camiden çıkar. Vaazı bitirip eve gelen Ahmed-i Bican Hazretleri annesinden, abisinin neden camiden çıktığını sormasını ister. Büyük oğluna “Kardeşin, bir hata mı işledim ki ağabeyim vaazımı dinlemeden çıktı? diye soruyor” diyen anne duydukları karşısında gizemli bir konuyla karşı karşıya kalır. Büyük oğlu, “Kardeşimin sohbetini dinlemeye o kadar çok melek gelmişti ki oturacak yer bulamıyor ve birbirlerinin üzerine oturuyorlardı. Çok hoşuma gitti de ona tebessüm ettim. Meleklerden oturacak yer kalmadığı için çıkmak zorunda kaldım.” der Annesi duyduklarını küçük oğluna anlattığında Ahmed-i Bican çok müteessir olur “Ağabeyim melekleri görebiliyor da ben niye göremiyorum? Ona bir sorar mısın?” der Anne oğluna bunu da sorar ancak cevabı kendisinin bulması gerekecektir .
Çocuklarının bebeklik zamanlarından itibaren yaşanan olayları iyice gözden geçiren anne olayın nedenini çok geçmeden tahmin eder. Oğullarını daima namaz abdestiyle emzirmiştir fakat küçük oğlu sadece bir defa komşu kadın tarafından anne namazdayken bilmeden abdestsiz emzirilmiştir Anne çabucak selam verse de duruma müdahale etmekte geç kalır. İki oğlu arasındaki bu maneviyat farklılığını, bir kereye mahsus olsa da abdestsiz süt emzirilmeye bağlar…
Bu hususta daha bir çok menkıbe anlatılır. Said-i Nursi Hazretlerinin annesi Said-i Nursi'ye hamile olduğunu anladığı andan itibaren hiç yere abdestsiz basmamış ve onu abdestsiz emzirmemiştir.
Fatih Sultan Mehmet Han'ın Validesi Hüma Hatun , Şehzade Mehmet'i abdestsiz emzirmemiş , beşiğini sallarken de kelime-i tevhid ile sallamıştır.
Ben seni abdestli emzirdim ,
Tevhid ile salladım beşiği,
Sende Bizansı salla oğul ,
Ey Resul,İstanbul aşığı'' diyen ninninlerle büyütmüştür.
Günümüzde bebeğini abdestli emzirecek idrake vakıf anne maalesef azdır ancak biliyorum ki hala bebeğini abdestsiz emzirmeyen anneler var.
Bebek dünyaya gelir ve en önemli anlardan birisi ona isim verme anıdır. Artık günümüzde bebeğe isim verilirken kulağına ezan okumak bir adet haline gelmiştir. Güzel bir adettir ancak bilerek hareket etmek daha doğrudur. Bebeğin sağ kulağına ezan okunup sap kulağına adı üç kere söylenir , sol kulağına kamet getirilip sol kulağına ismi üç defa söylenir , ardından ezan duası okunarak , Peygamberimizin şefaati istenir. Bu şekilde bebeğin ismi verilmiş olur.
İsim hususunun ayrı bir önemi vardır. Zira bu konuda Önce Kainatın Efendisi Peygamberimiz (s.a.v)'in bir çok hadisi bulunmaktadır.
''Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.'' buyuran Alemlerin Efendisi isim konusunun önemini bildirmektedir.
Çocuklarımıza güzel , anlamlı isimler koymalıyız. Yine bilim adamların çocuğa verilen ismin , çocuğun ilerleyen yaşında karakterini olumlu yada olumsuz şekilde etkilediğini gözlemlemişlerdir. Anlamsız ve kötü anlam içeren isimleri koymamalıyız. Günümüzde bir tabir var '' bu isim Kur'an'da geçiyor'' bir isim Kuran-ı Kerim'de geçiyor diye çocuğa verilmez. Kuran-ı Kerim'de bir çok yerde Aleyna kelimesi geçmekte ve günümüzde kız çocuklarına bu isim Kuran'da geçiyor diye verilmektedir. Aleyna kelime manası olarak ''üzerimize'' demektir.
Daha iyi anlayabilmeniz için hepimizin bildiği ''Taleal Bedru Aleyna'' isimli ilahinin ilk cümlesinde de geçer ve manası ''Ay doğdu üzerimize'' demektir. Bazı isimler kulağa hoş geldiği, telafuzu güzel olduğu için konulmamalıdır. Bir başka husus ise Allah'ın Esma-ül Hüsnasında geçen sıfatların çocuklara isim olarak konmasıdır. Allah'ın bilinen 99 ismi ve sıfatı yalnızca ona aittir. Allah'ın Kerim ismini çocuğa vermek doğru olmaz fakat bu isimlerin başına Abd eklenerek o ismi kul ismi haline getirebiliriz. Bu halde manası da çok güzel olacaktır. Kerim yerine Abdülkerim ismi koymak o çocuğa verilen ismin manasını Kerim'in kulu manasına çevirip daha anlamlı hale getirecektir.
İyi bir evlat yetişmenin günümüz şartlarında ne kadar zor olduğunu defalarca anlatmanın lüzumu yoktur. İyi bir evlat yetişrmek İslam üzre bir evlat yetiştirmekten geçer. Allah Resulü bu konuda bir çok Hadis buyurmuşlardır.
Evladımızı yetiştirmeye başlarken daha anne karnında başlamalı , bu konudaki mesuliyetimizin ehemmiyetini idrak etmeliyiz.
Allah(c.c.) hepimize salih evlatlar yetiştirmeyi nasip etsin. Amin...
Vural Egemen SARIGÖZ
23/04/2012
9 Nisan 2012 Pazartesi
Allah(c.c.)'ın Bozkurtları
Uzun zamandır aklımda olan bir projeydi ve bu projemi hayata geçiriş bulunuyorum. Daha önce iki tane kitap çalışması yapmıştım. Bunlardan birisini tamamladığımda okuması için verdiğim bir ağabeyimin telkinleri üzerine sobaya atıp yaktım. Diğerini de yine bir ağabeyimin okumasını isteyip verdiğimde daha ilk sayfayı açar açmaz.. bir kitap bu cümle ile başlamaz deyip , önünde duran mangalın üzerine atarak kendisi yakmıştı. İyi ki de yakmışım , iyi ki de yakmış... çünkü şu an o yazdıklarımı düşününce hiç de emek harcamayıp , kafa yormadığımı görüyorum. Yeni kitap çalışmamın yaklaşık olarak 5 yıllık telkinlerden sonra başlaması benim için bir avantajdır. Kitabımın tam manasıyla adını belirleyemedim ancak konusu hakkında neredeyse 1 yıldır araştırma yapıyor , bilgi,belge,resim ve materyal derliyorum. Kitabın adı konusunda en kuvvetli olan ise '' Allah(c.c)'ın Bozkurtları'' ismidir. Bu isim üzerinde yoğunlaştım da diyebiliriz.
Kitabımı en yakınların dahi bu yazıdan sonra öğrenecekler. Devlet sırrı gibi saklıyordum adeta :)
Kitabın grafik çalışmalarını da ben yapıyorum. Dizgi ve imla düzeni için Prof.Dr. Ali Sert ( Türk dili ve edebiyat fak.dek.) ağabeyimiz yapacaktır.
Kitap için gerekli çalışmalarım tüm hızıyla başlamış bulunuyor. Kitabımı kategorilendirmek gerekirse , dini ve siyasal olarak kategorize edebiliriz.
Allah(c.c)'ın Bozkurtları , Rablerinin iplerine sımsıkı sarılıp , vatanın,milletin,dinin ve devletin bekâsı için kıyamete kadar var olacaktır.
Kitabın yazılış aşamasında yine ara ara sizlere bilgiler vereceğim. Bloğumda bu yazı itibari ile bu kitap hakkında bir bölümde olacaktır.
Kitabın ilk Grafik çalışması aşağıdadır.
Allah(c.c.) bu yolda beni muvaffak eyler inş.
Vural Egemen SARIGÖZ
09/04/2012
7 Nisan 2012 Cumartesi
Yahoo Ne Durumda?
Yahoo yine klişeleşmiş bir kuruluş hikayesi ile kurulmuştu... Stanford Ünivertsitesinde okuyan iki öğrenci tarafından ilk başta arama motoru olarak hizmet veren , daha sonra ücretsiz mail servisi, ve yahoo mesenger ile hizmet ağını genişleten yahoo firması kısa zamanda pazarın büyük bir oranına sahipti.Bir zamanlar günlük 10 milyar sayfa gösterimi ile dünyanın en çok ziyaret edilen sitesi konumundaydı.Sunduğu ücretsiz e-mail servisinin tanıtımını ''sınırsız alan'' şeklinde duyurmuş ve büyük ilgi görmüştü. Daha sonra 3 ay hiç girilmeyen hesaplardaki mailleri silmesi ile tepki çekmişti.Bu hataya günümüzde hotmailde düşmektedir. 6 boyunca girilmeyen hesaplardaki mailleri siliyor ,hatta hesapları iptal edebiliyor.
Günler geçtikçe herşey Yahoo'nun lehine doğru ilerlemekteydi. Movie hizmeti il film fragmanları , music hizmeti ile video klip ve müzik yayınları , games hizmeti ile oyun demoları, hotjobs ile iş ilanları , finance hizmeti ile borsa ve hisse senetleri , News hizmeti ile haberleri ziyaretçilerinin kullanımına sunan Yahoo tüm bunların sonunda dev bir şirket olmayı başarmıştı.
Bu ilerleme Microsoft tarafından fark edilmiş ve Microsoft , Yahoo şirketini satın almak için 50 milyon dolara yakın bir fiyat teklif etmiş ancak Yahoo bu teklifi sert bir dille reddetmişti.
2009 sonuna doğru Yahoo ile Microsoft uzun vadeli bir anlaşma imzalamış ve Yahoo arama motoru hizmetinde Microsoft'un Bing servisini kullanacaktı ve bu uzun vadeli anlaşmanın süresi 10 yıl olarak belirlenmişti ancak 2011 sonunda Microsoft ile olan ilişkilerini büyük bir toplantı yaparak gözden geçiren Yahoo şirketi , Scott Thompson'ın CEO'luk görevine gelmesi ile ilişkilerinin feshedileceği hatta Google ile anlaşmaya vararak şirketin gerilemesini durdurmayı amaçlamışlardı.
2009 yılından bu yana internette hep ''Yahoo yenileniyor'' haberleri ile çalkalanıyor fakat kayda değer bir gelişme yaşanmıyordu. Bir kaç kez CEO'larını işten kovan Yahoo şirketi , Microsoftan gelen 50 milyon dolarlık teklifi reddettiğine bin pişman olmuş durumda...
2012 mart döneminde Yahoo şirketi İnternetin başka bir devi olan Facebook'u patent haklarını çiğnediği gerekçesi ile mahkemeye vermişti. Bunun üzerine Facebook her ihtimale karşı , yani Yahoo'nun mahkemeyi kazanması ihtimaline karşılık IBM firmasından 750 adet patent satın aldı. Bu patent alımını yaptıktan hemen sonra Facebook'ta Yahoo'ya misilleme yaparak, 10 patent hakkında ihlal davası açtı. Fotoğraf etiketleme , reklam yayınlama şekli patent haklarını ihlal ettiği gerekçesi ile misilleme davası açtı.
Geçtiğimiz günlerde Yahoo'nun tumblr ile twitter arasında bir sosyal ağ platformu oluşturmak için kurduğu meme isimli servisi 25 nisan 2012 tarihinde yeteri kadar ilgi görmediği gerekçesi ile kapatılacak. 25 nisan 2012 tarihinden 31 mayıs 2012 tarihine kadar sadece okunabilecek ve 1 Haziran 2012 tarihi itibari ile tamamen yayın hayatına son verecek.
Yine geçtiğimiz günlerde küçük ama çevik bir şirket olma yolunda kesin kararlar alan Yahoo şirketi son olarak 2.000 kişinin işine son vereceğini açıkladı. Bu konuda yapılan açıklamanın özeti şu şekilde ; '' Yahoo Üst Yöneticisi (CEO) Scott Thompson yaptığı açıklamada, işten çıkarmaların, internet sektörünün ve müşterilerin ihtiyacı olan hızlı yenilikler getirmek için daha iyi donatılmış ve daha karlı, çevik, küçük yeni Yahoo'ya doğru atılmış önemli bir adım olduğunu belirtti.''
Bu açıklama ile birlikte 3 farklı CEO değiştirmiş olan Yahoo şirketi 6.kez bu kadar çok kişiyi işten çıkarmak için düğmeye basmış bulunuyor.
Son olarak çıkarılacak olan 2.000 kişi ile birlikte Yahoo'nun istihdam ettiği kişi sayısı 12.100'e düşecek..
Yahoo firması kan kaybetmeye devam etmektedir. Sağladığı servisleri kullananların sayısı her geçen gün düşmektedir. Hizmetlerini sunarken kesintilerin yaşanması , kullanıcıların alternatiflere yönelmesi ile rakipleri güç kazanırken kendisi büyük bir hızla gücünü yitirmeye devam ediyor. Son olarak 2012 yılında Yahoo hizmetlerini içeren internet sitelerin açılışındaki hız kaybı bir çok kullanıcıyı canından bezdirmeye devam etmektedir. Geçtiğimiz 2012 mart dönemin de yaklaşık olarak 21 saat e-mail servisinin hizmet dışı kalması sebebiyle , % 14 oranında e-mail servisi kullanımında düşüş yaşandı.
Yahoo şirketinin bir dönüm noktası belirleyerek yapacağı iki önemli hamle vardır. Bu iki hamleden herhangi biri Yahoo'nun kurtuluşu olabilir.
1- Yahoo'yu Microsoft ile görüşerek Microsoft'a devretmek
2- Yepyeni bir hizmet ile yükselişe geçmek...
Facebook'a karşı açtığı patent davasını kazanırsa , tüm dünyayı şoke eden bir sonuca imza atabilir çünkü Yahoo Facebook'un para ödemesini değil kapatılmasını istiyor.
Yahoo zor durumda diyerek bu makaleyi sona erdirebiliriz.
Vural Egemen SARIGÖZ
07.04.2012
13 Mart 2012 Salı
Ülkücülük Eskidendi Diyenlere!
Bu günlerde bu cümleyi çokça duyar oldum. Ülkücülük nasıl bir şeydir ki , eskiden ve yeniden diye bölümlendirebiliyoruz. Başbuğ Alparslan Türkeş; '' Dikkat edin Ülkücülük moda olmasın'' diye uyardığı zamanlarda bu günleri mi işaret etmişti yoksa? Ülkücülüğün kelime manasından ziyade bize aktarılan manevi manasını düşünmeliyiz. ''Ülkücülük nedir?'' sorusunun karşılığı lügatta '' ülkü sahibi olanların savunduğu'' manasına gelir ancak bizi ilgilendiren manevi manasıdır. Peki bize göre ''Ülkücülük nedir?'' sorusunun cevabı ne olmalıdır. '' Ülkücülük , Türk Milleti'ni en kısa zaman da , en kısa yoldan en yüksek medineyetler seviyesine ulaştırmaktır.'' Bizler bu mana üzerine savunmuşuzdur Ülkücülüğümüzü , yoksa kelime manası , sözlük anlamı çok da umrumuzda değildir. Sokaktaki adamın bizleri ''Ülkücü'' diyerek işaret etmesinden ziyade Tarih sayfalarının bizlere ''Ülkücü'' diye hitap etmesi daha efdaldir.
Gelelim Ülkücülük eskidendi sözüne!
Eskiden Ülkücülük nasıldı ki , bu gün eskisini irdeleme ihtiyacı duyuyoruz. Bizlerin yaşı yetmiyor , bizler o Kara Eylül'leri görmedik o yüzden o dönemleri ancak babalarımızdan ve ağabeylerimizden nakledilenlerle idrak etmeye çalışıyoruz. Babam defalarca anlatmıştır bana , verilen mücadeleyi , çekilen çileyi çok kez dinlemişimdir.
Ağabeylerim hep anlatmıştır , ölümle burun buruna olmayı , ölümün kol gezdiği sokaklarda gezmeyi...
O dönem ile bu dönemi yaşam şartlarına göre değerlendirirsek , şimdi daha kolay bir dönem yaşıyoruz ve bu durumda eski dönemde yaşayanların daha fazla söz hakkı olabilir , olmalıdırda çünkü ahde vefa kişilerden ziyade kişileri verdiği mücadeleye gösterilmelidir.
Şimdi düşünelim. Kara Eylül dönemlerinde babalarımız , ağabeylerimiz ne çok sıkıntılar çektiler. Öldüler, öldürüldüler , vurdular , vuruldular... Şehit olup toprağa düşen binlerce canın yanına , hapislerde çürütülen bir gençlik ekildi.
İşkence görenlerin çığlıkları birbiri üzerine binip semaya ah olarak ulaştı ve hesap için mahşer yerinde bizleri beklemektedir.
Tabutluklar bu gün yok edilmiş olsa da tabutlukların açtığı yaraların izleri hala durmaktadır.
Günümüze gelelim... Bizler daha rahat , daha refah ve daha müreffeh bir hayat yaşıyoruz.
Babamın bir deyişi vardır eski ile yeniyi birbirinden ayrıştıran , der ki babam ; '' Eskiden eline 3 hilalli bir bayrak alıp şu cadde de koşsan ardından 1000 kurşun gelirdi , şimdi eline 3 hilalli bayrak alıp yürüsen caddelerde , arkana on binler takılır'' doğru derdi...
Bu gün hepimiz evimizin penceresine , balkonuna hatta iş yerimize dahi 3 hilalli bayraklar asabiliyoruz. Ben görmüyorum , göreniniz var mı 2012 yılında Ülkücü olduğu için ölümle tehdit edilen , Ülkücü olduğu için dövülen var mı?
Şimdi bazı ağabeylerimizin serzenişini duyar gibiyim ; '' Eskiden biz çok sürüldük , çok dövüldük'' diyorlardır.
Allah hepsinden milyon kere razı olsun.
Peki bu kıstas olabilir miydi? Eski ve yeni olarak ayrıştırmak için yeterli midir?
Ne yani 1984 yılında doğup gençlik çağlarımın 2000'li yıllara denk gelmesi , 2000'li yıllarda sağ,sol diye bir ayrımın olmaması , olsada şiddete dökülmemesi, bu gün ülkemin komünizm tehdidi altında olmaması benim ülkücülüğümün o dönemde ''Ülkücüyüm'' diyenlerin ülkücülüğünden az olduğu mu gösterir?
Bu gün olsa , bu gün yine ülkemiz aynı tehditlere maruz kalsa, aynı kaosun içine düşmüş olsak , naciz bedenim ve Allah'a imanım ile o dönemdeki ağabeylerimizin gösterdiği fedakarlıktan zerre aşağı kalmayacak fedakarlığı göstereceğime yemin ederim.
Bu gün alsalar bizi , tabutluklara tıksalar , yine '' Ülkücüyüm'' derim.
Hakkımda idam kararı verseler , boynuma ilmeği geçirmek üzere , imam eşliğinde dar ağacına götürseler , aileme yazdığım son mektubumda '' Vurallar ölür , Allah davası ölmez'' diyeceğime yemin ederim.
O gün ne fedakarlık gösterilmişse bugünde aynı fedakarlığı göstereceğimden kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın...
Arada bir fark var , o gün Ülkücüyüm diyenlerin sayısı iki elin parmakların geçmezken , iki elin sayısına düşen hain yüzdesi çok azdı. Bu gün Ülkemizde milyonlarca ülkücüyüm diyen mevcuttur. Ben nereden bileceğim , hangisi hain , hangisi sahih ülkücüdür.
Bildiğim tek bir şey varsa o da ''Ülkücülüğümdür''
Ülkücülük bir yaşam biçimidir , Ülkücülük bir yaşam tarzıdır. 1980 yılının Eylül ayında ki ülkücü ile 2012'in ülkücüsü aynı hayat tarzına sahip olmalıdır. Ölüm ve işkence varken ülkücülüğün maneviyatı farklı , refah ve rahatlık varken Ülkücülüğün muhteviyatı farklı olamaz.
Ülkücü , iman sahibidir , Ülkücü ahlak sahibidir ,Ülkücü din bilgisi sahibidir.
Kusura bakmayınız ama ;
Ben namaz kılmayan , oruç tutmayan , imanın , islamın şartlarını bilmeyen , farzı , sünneti idrak etmeyen , Allah rızası için yaşamayan , kendisini Allah yoluna koymayan , adalet için barış ve kardeşlik duyguları ile beslenmeyen adama ülkücü diyemem...
Başbuğum da demiyordu zaten... '' Ben Türk milletini; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet ve hile ile çiğnenen - çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye'dir."
Bu sözleri sarf eden Başbuğum o gün bu sözleri söylerken , çağlar üzerinden sıçramayı tembihlerken , daha üzerinden bırakın çağları , yarım asır geçmeden unuttuk mu ki , bu gün oturup '' Ülkücülük eskidendi'' diyebiliyoruz?
''Türklük bedenimiz İslamiyet ruhumuzdur , Ruhsuz beden ceset olur'' diyen Başbuğum bu gün ellerinde bira şişeleri ile bırakın sokakları , facebook duvarlarında nara atanları görse kahrolmaz mıydı?
Ülkücü ruhunu ve bedenini iman ile doldurmasını başarabilmiş insandır. İmam ile doldurduğu bedenine gelecek ölümü Ülkü aşkı ile süsler ve ruhu hem dünyada hem ahirette ebedi mutluluğa intikal eder.
''Ülkücülük eskidendi'' diyenlerin tezine göre bu gün savunulacak bir ülkü olmadığı için Ülkücülüğe lüzum görmüyorlar anlaşılan... O halde yine onlara Başbuğum cevap versin ; '' Ülküsüz insan çamurdan farksız insandır''
Çamurla , balçıkla işimiz olmaz...
Bakınız adam ne diyor; ''içiyorum extrayı buluyorum kafayı daha bundan sonra kim durdururki beni merak ediyorum beni içmekten vazgeçirecek bi allahın kulu yok artık hayatımda anı anında yaşayıp en kısa yoldan terkedeceğim.''
Bu yazıyı gören bir ağabeyimiz de haklı olarak '' Hey gidi ülkücü gençlik hey vay vay başbugun kemik leri sızlıyodur'' diyor...
Bunun üzerine o Ülkücü Müsveddesi '' ülkücü gençlik ? kaldımı ki ismail abi ben goremıyorum kac yıldır o dedıklerını sızın zamanınınızdaymıs o gençlik suan baksana herkes serefsız herkes arkadan iş götürme peşinde yada herkes kendı hayatını kurtarma cabası ıcerısınde sımdıye kadar kımse ulkucu genclık olamadı olamazda ülkücülük iradedır hangı bırımızde ırade var soylermısın kımsede yok ırade demektır ulkuculuk nefıs demektır ulkuculuk sadece vatan aşkı demektır ulkuculuk bızım sevdamız sadece vatan olsaydı keske ....'' diyor ve bu dünyada Allah'a karşı işleyeceği en büyük suçlardan birini işleyerek içki içmesinin yanında , yalan ve iftira ile kul hakkına girmektedir.
Bunun üzerine bu adama! ben şu sözleri sarf ettim. '' Eskiden babam derdi ki; '' oğlum biz ülkücüler , Hira dağı kadar müslüman , Tanrı dağları kadar Türk'üz , Türk-İslam kılıcı kadar keskin ve kararlıyız'' derdi... Şimdi ben bu cümleyi şöyle kuruyorum... Ülkücülük bitti , ülkücülük eskidenmiş , ülkücülük mü kaldı diyenlere inat '' Hira dağı kadar müslüman , Tanrı dağları kadar Türk'üz , Türk-İslam kılıcı kadar keskin ve kararlıyız. Başbuğ Alparslan Türkeş gibi ülkücü , Nihal Atsız gibi Türkçü , Galip Erdem ağabey gibi beşiktaşlıyız... Ülkücülüğün devri , zamanı, mekanı , boyu , posu , yaşı olmaz. Ülkücülük bir şereftir şerefin de tavizi olmaz. Nasıl ki elinde bira şişesi ile sokaklarda nara atarak dolaşana ülkücü diyemiyorsak , bu günde elinde içki ile facebook duvarlarında nara atanlara ülkücü demiyoruz. Maalesef T***** Efendi kendi adına konuşmalısın. Bu canım memlekette hala , alnı secdeden kalkmayan , her namazının sonunda vatanımıza moskof girmesin diye canlarını seve seve feda edenlere dualar eden , bu gün aynı şey olsa bende ağabeylerimden geri kalmam diyenler vardır. İradesizlik Türk-İslam davasına gönül vermişlerin arasında yer alıp , Türklükten ve İslamiyetten uzak yaşamaktır. Ülkücü, Allah rızasını kazanmak için var gücüyle çalışan kişidir diyen Başbuğumuz gelse de görse, elinde içkilerle nasıl Allah gücendiriliyor... Allah ıslah etsin... Amin... ''
Şimdi soruyorum sizlere ,
Bu gün ülkemizde Ülkücüler ölümle tehdit edilmiyor diye '' Ülkücülük'' yok mu?
Bu gün Başbuğ Alparslan Türkeş aramızda değil diye '' Ülkücü'' olunamıyor mu?
Bu gün vatan tehlikede olmadığı için '' Ülkücü '' kalınamıyor mu?
Bana ülkücülük babamdan miras kalmadı... Babam bana atalarımdan kalan iradeyi aşıladı... Ülkücülük kuru bir cihan kavgası değil ki , dönemi ve zamanı olsun.
Çok uzatmayalım. '' Ülkücülük Eskidendi'' diyenlere ; ''Yeni dönem Ülkücü kayıtları başlarsa bir gün kaydınızı yaptırırsınız''
Allah'ın rahmet ve bereketi bu yazı nazarında Tüm Ülkücü Şehitlerimizin üzerine olsun...
Vural Egemen Sarıgöz
13/03/2012
12 Mart 2012 Pazartesi
Tanrı Demek Doğru mu?
Tanrı kelimesi ile sık sık karşılaşırız , hatta ''Allah mı Tanrı mı?'' polemikleri ile karşılaşırız. Bu sorunla ilk kez asker de karşılaşmıştım. Bizim bir bölük çavuşu vardı , biraz dindardı , yanlış hatırlamıyorsam , sivilde imam olabilmek için sınavlara giriyordu. Çavuş yemek duasını '' Allah'a hamdolsun'' diye yaptırır , bunu gören rütbelilerden hep fırça yerdik... Anlam veremezdim , Tanrı deyince de Allah deyince aynı Yaradan'a dua etmiyor muyduk? Sivile döndüğümde bu konuyu araştırmış ve ilginç bilgilere rastlamıştım. İlk önce şunu belirterek yazıma başlayayım zira yazımı okuyacak olan ön yargılı insanları düşünerek '' Yaradan'a Allah'ım,Rabbim,Rahman ve Rahim gibi'' isimlerden daha çok yakışan bir isim yoktur.
Necip Fazıl Kısakürek'e sormuşlar ; '' Allah mı demeli yoksa Tanrı mı? '' diye.. Üstad ; '' Allah , Tanrı'nın belasını versin'' diyerek Allah denmesi gerektiğini söylemiştir.
Tanrı kelimesinin yanlış olduğunu savunanların en büyük dayandığı kanıt '' Tanrı ismi Esma-ül Hüsna'da geçmemektedir'' sözü oluyor.
Allah ismi de Esma-ül Hüsna'da geçmez...
Tanrı ismine bakalım... Eski Türklerde İslamiyetten önce yine tek Tanrılı bir inanç hakimdi ve Gök Tengri İsmi verilen bir Yaratıcıya inanılırdı. Zaten islamiyeti kolayca seçmelerinin en büyük sebeplerinden birisi , kendileri gibi tek bir Tanrı inancı olmasıdır.Tanrı kelimesi bazılarının da dediği gibi Hristiyanlık alameti değildir, Atalarımız daha islamiyete girmeden öncede Tek bir Yaradan olduğuna inanmışlardır.
Allah ismine bakalım... Öyle bir isimdir ki... "Ulûhiyet"e işaret eder!"Ulûhiyet" hem "HÛ" ismi ile işaret edilen "Mutlak Zât" anlamını içerir; hem de İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamına oluşmuş "nokta"lar âlemlerini, her bir "nokta"yı oluşturan kendine özgü "Esmâ" mertebelerine işaret eder!
Bu iki isimde Esma-ül Hüsna'da geçmemesine rağmen en çok kullanılan iki isimdir.
Yunus Emre bir şiirinde şöyle demektedir.
''Hak çalabım hak çalabım
Sencileyin yok çalabım
Günahlıyım yarlığagıl
Ey rahmeti çok çalabım''
Bu kıtada geçen Çalab kelimesine bakalım.
Çalab Yunus Emre'nin şiirlerinde sık sık kullandığı bir hitap kelimesidir. Çalab , Osmanlıca'da İlah, Rab, Cenab-ı Hak anlamlarına gelmektedir. Çalab kelimeside Esma-ül Hüsna'da geçmez...
Mehter Marşında geçen şu dizeye dikkat ediniz.
''Allah yoluna cenk edelim , şan alalım şan,
Kur'an'da zafer vaadediyor Hazreti Yezdan,''
bu dizede geçen Yezdan kelimesi ile Allah kastedilmiştir. Yezdan İranlıların müslüman olmadan önce ateşperest dönemlerinde tapındıkları Ateş Tanrısı'nın ismidir. Ancak mehter marşında , Kur'an'da zafer vaadedenin Yezdan olduğunu söylüyor.
Hal böyleyken şu soruyu sorup cevaplayalım... '' Allah yerine Tanrı yada Başka isimler söylemek caiz olur mu?''
Allah'a dinimizin emrettiği isimlerden başka isimlerle hitap etmek caiz değildir. En güzel isimler O'nundur.
Allah'ın isimlerinden biriside Alim'dir ancak yine alim manasına gelen fıkıh kelimesinden türemiş Fakih ismi ile hitap etmek doğru olmaz. Çünkü islamiyetin hiç bir döneminde Allah için fakih ifadesi kullanılmamıştır. Fakih daha beşeri bir sıfattır.
İnsanların hitap hususunda kaçırdıkları ince bir detay vardır. '' Birdir Allah , ondan başka Tanrı yoktur'' demek doğrudur ancak '' Bizim Allah'ımız Tanrı'dır'' demek tamamen yanlıştır.
Esma-ül Hüsna'da 99 isim vardır ancak dinimizde Allah'ın binbir ismi vardır diye bilinir. O'nun isimleri sonsuzdur ancak bize bildirilenler vardır.
Allah ismi dururken Tanrı demek doğru değildir. Tanrı geçmişten beri , mabud yada putlar için kullanılan bir isimdir.
Kur'an da bir çok yerde Allah kelimesi geçer... ''Benim ismim Allah’tır. Bana, Allah diye ibadet edin'' diye buyurur , bize kendisi neyi bildirmişse o isimle hitap etmek en doğrusudur.
Allah isminin başka dillerde karşılığı yoktur. Arapça'da müzekker ve müennes kavramları vardır. Müzekker erkek , müennes dişi kavramları için kullanılır. Mesela arapça'da mabud erkek , mabude dişi için kullanılır. Ancak Allah isminin bu denli bir erkek ve dişi kavramı yoktur. Başka dinlerde Allah yerine kullanılan isimlerde de erkek ve dişi olarak lanse edilir. Tanrı,Tanrıça Türkçe de geçer , Diğer dillerde ise ; İngilizce God-Goddess, Fransızca Dieu-Deesse, Almanca Gott-Göttin gibi. Bu kelimelerin hiçbirisi Allah ismi yerine kullanılmaz.
O halde aklımıza Yunus Emre ve Mehter Marşı hususu takılabilir. Bu durumu ikiye ayırmak gerekir.
İbadet ederken kullanılan isimler , ibadet dışında kullanılan isimler şeklinde iki başlık oluşur.
Yunus Emre ve Mehter Marşındaki hitap isimleri ibadet dışında kullanılan isimlerdir.
Bunlara örnek daha da çoğaltılabilir.
Tasavvuf Şairi olarak bilinen Kuddusi günümüzde ilahi olarak da seslendirilen bir şiirinde şöyle der ;
''Ey rahmeti bol Padişah,
Günahımla geldim sana,
Ben eyledim hadsiz günah,
Günahımla geldim sana. ''
Kuddusi bu şiirinde Allah'a Padişah diye seslenmektedir...
İmam-ı Rabbani (kaddesallahu sırrahu) Mektubat isimli müthiş eserinde şöyle diyor ;
''Ayna arkasındaki papağan gibiyim,
Ezelî üstad ne derse, onu söylerim. ''
İmam-ı Rabbani (k.s) Ezeli Üstad diyerek Allah'ı kasteder...
Sonuç olarak İnsan Allah'a ne diye hitap ederse etsin niyet önemlidir ancak bunun da bir edebi vardır. Allah'ın bize bildirdiği isimlerle ibadet etmek ve ibadet dışındada onu yücelten isimleri kullanmak gerekir.
Bazıları '' Dünya han , insanlar yolcu , Allah'da hancı'dır'' derler.. Bu tamamen yanlıştır. Hancı kelimesi Allah isminin yerine kesinlikle kullanılmalıdır. Edebe ve adaba uygun değildir.
Yada Allah çoban insanlar koyun , dünya da bir ahırdır demekte doğru değildir.
En güzel isimler Allah'ındır... Esma-ül Hüsna'da geçen isimleri kullanmak en güzelidir.
Allah demekten daha güzel ne olabilir...
Vural Egemen Sarıgöz
12/03/2012
28 Şubat 2012 Salı
Blue Beam Projesi Nedir?
Blue Beam yani Mavi Işık projesi geçtiğimiz yıllarda karşılaştığım bir kavramdı. O dönemde geniş bir biçimde araştırmıştım.O araştırmamın üzerinden çok zaman geçmeden televizyon kanallarında ve internet videolarında Kabe'ye inen melek görüntüleri dolaşmaya başladı. Allah sizi inandırsın bir an ben bile ''acaba bu gerçekten melek mi ''diye düşünmekten kendimi alamadım ki bu konularda koşulsuz şartsız Allah azze ve celleye teslim olurum. O isterse yeri göğü birbirine katar. Gözümüzdeki perdeleri kaldırır görmemizi istediklerini gösterir. İman esaslarında ki inanç gereği budur ancak olayın iç yüzü sandığınız gibi değildir. Kabe'ye indiğini gördüğümüz melek , Mısır'daki iç karışıklık esnasında at üzerinde yeşil cüppeli süvari gibi görüntüleri görmemiz Allah'ın değil Blue Beam yani mavi Işık projesinin bir parçasıdır. Allah elbetteki herşeye Kadir'dir , dilerse bize apaçık herşeyi gösterir. Burada ne demek istediğimi makalenin ilerleyen bölümlerinde daha iyi anlayacaksınız.
Bu proje NASA tarafından gerçekleştirilmektedir , deşifre olmuştur. Nasıl deşifre olduğu konusunda pek bir bilgi olmasa da insanlık bu bilgiye ulaşmıştır.
Peki Blue Beam Projesinin amacı nedir?
Daha önce sizlere burada bahsettiği İlluminati isimli örgütün Deccal için hazırladığı projedir. Deccal'e zemin hazırlayarak Deccal ile bir Dünya Devleti kurmak istemektedirler.
Peki zemin nasıl hazırlanacak?
Bütün dünyadan görünecek bir hologram ile o toplumun dini inancına uygun figürler ile o toplumun dili ile o topluma hitap edecekler.Bunun için uyduları ve casus uçakları kullanacaklar.Düşük frekans ile yayın yaparak beyinleri etkilemeye çalışacaklar ve buna aldanan insanların sayısı azda olmayacaktır.
Bunu nasıl yapacaklarından önce Deccal hakkında kısa bir bilgiye sahip olursak neye hizmet ettiklerini de öğrenmiş oluruz.
Deccal ahir zamanda yani kıyamete yakın bir zamanda Hz.Mesih yani göğe çekilen Hz.İsa ikinci kez dünyaya gelmeden önce gelecek olan şeytanın temsilcisidir. O kendisinin peygamber olduğunu ilan edecektir. Onun alnının ortasında KEFERE (kafir) yazısı yazacaktır. Tüm dünyaya fitne ve fesat yayacaktır. Onun ölümü Hz.İsa'nın elinden olacaktır.
Kainatın Efendisi bir Hadis'inde '' Hiç bir peygamber yoktur ki, ümmetini yalancı köre (deccâla) karşı uyarmamış olsun Dikkat edin o kördür… İki kaşının arasında kafir yazılıdır” buyurmuştur.
Deccal'in özellikleri ise şöyledir ; ‘deccal’ bir insandır ve olağanüstü yetenekleri vardır
Rüzgâr gibi hızlıdır.Yağmur yağdırıp, bitkileri yeşertebilecek Yanında su ve ateş bulunacak fakat gerçekte onun suyu ateş, ateşi de sudur Bir gözü kördür ve patlamış üzüm gibidir Alnında kafir yazılıdır .Genç bir kimsedir, esmer ve parlak tenlidir Kısa boylu olmasına rağmen heybetlidir Ahir zamanda doğudan gelecek ve müslümanların oturduğu şehirlerin birinde ortaya çıkacak Bir çok yeri dolaşacak ama Mekke, Medine ve Mescid-i Aksaya giremeyecek Önce peygamberlik sonra ilâhlık davasına kalkışacak, karşı gelenleri cehennem adını verdiği yere atacak Ama aslında onun cehennemi cennet gibi, cenneti ise cehennem gibidir Bir rivâyete göre Hz İsa Aleyhisselam tarafından Şam yakınlarında öldürülecektir.
Deccal hakkında bilgiye sahip olduktan sonra Blue Beam Mavi Işık Projesini nasıl gerçekleştireceklerine bir bakalım.
Kabeye İnen Melek videosunu izleyelim.
Kabe'ye İnen Meleğe inananlar Bu videoyuda izlesinler.
Mısır'da görünen Atlı Süvari Videosunu izleyelim.
Blue Beam Projesi Nedir Videosunu izleyelim.
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
27 Şubat 2012 Pazartesi
İllimunati nedir , Kime Hizmet Eder?
İlluminati, Rönesans döneminde yani 1 Mayıs 1776'da kurulmuş gizli bir örgüttür. Günümüzde ki İlluminati; beyin ve zihin kontrolü yaparak, devletleri ,hükümetleri , kurumları ve kuruluşları ele geçirmek suretiyle Yeni Dünya Düzeni'ni sağlamak amacıyla hareket eden, mevcutları yıkmayı, dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmeyi planlayan ancak faaliyeti ve varlığı resmi olarak kanıtlanamamış bir topluluktur.
Gizli illuminati topluluğunun kurucusu Şubat 1748 doğumlu Alman Hukuk Profesörü Adam Weishaupt'tur.
Münih'te kurulup, o yörede (Bavyera) hızla gelişen İlluminati'nin üye kayıtları büyük bir gizlilik içinde saklanıyordu. Öyle ki, üyelerin her birinin kod isimleri vardı ve yazışmalarda bunlar kullanılır, üyelerin gerçek isimleri ve kimlikleri asla kullanılmazdı. Mesela, topluluğun kurucusu Adam Weishaupt'un kod adı Spartacus idi. İlluminati üyeleriyle ilgili bilinen resmi tek şey, tüm üyelerinin Cermen kökenli beyazlardan oluştuğudur. Cermen , German kelimesinin Türkçe okunuşudur. Cermen kökenli beyazlardan kasıt Almanların eski atalarıdır.
12 kişi ile kurulmuş olan İlluminati topluluğu, gelişimlerini Mason Localarından kendilerine uygun üyeler kazanarak sağlamaya çalışmışlar, kurulduğu ilk yılın sonunda 80 üyeye ulaşmışlardır. Daha önceden 22 Haziran 1784'te tüm Bavyera'da Masonluk ile birlikte İlluminati de, gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek yasaklanmıştı. Masonluğun, tarih boyunca kendisine yönelen tüm baskı ve yasaklamaların altından hiçbir zarar almadan çıkması gibi yine zararsız çıktığı bu süre Illuminati'ye pek yaramamış ve büyük ölçüde gücünü ve varlığını yitirmişti.
19. yüzyılın başlarında ünlü Alman filozof Hegel'in katılımıyla canlanan ve eski parlak günlerine dönen İlluminati, bu yıllarda, üyesi olan Hegel'in tez-antitez kuramlarıyla Yeni Dünya Düzeni düşüncesinin geliştiği bir ütopya topluluğu haline gelmişti. Dünya üzerindeki çeşitli toplulukları etkileyen bu düşüncenin mirasçılarının bugün halen çalışmalarını sürdürdüğü bilinmektedir.
Dünyadaki birçok siyasi, askeri ve ekonomik olayın sorumlusu İluminati örgütüdür. Komplo teorisyenlerine göre birçok ABD Başkanı, bu örgüte doğrudan veya dolaylı olarak hizmet etmektedir. Ayrıca birçok tanınmış çocuk çizgi filmlerinde bilinç altı mesajlarıyla beyin yıkamaya çalışıldığı söylenmektedir.
Myron Fagan'a göre Waterloo Savaşı, Fransız İhtilali, John F. Kennedy suikasti bu örgütün işidir. Ayrıca Holywood film sektörü bu örgütün elindedir.
Özellikle Türkiye'de bu konu üzerinde amatör ve profesyonel olarak araştırma yapan bir çok kişi vardır. Ülkemizde son dönemlerde illiminati örgütünün gerçekleştirdiği bilinç altı operayonlarına örnekler çoğalmaktadır. Ülke insanımızın , özellikle genç kesimin bu tür olaylara olan ilgisi artmıştır. Türkiye'de yapılmış bir çok yapımda illuminati örgütünün izlerini görmekteyiz. Hatta devlet eliyle yapılan bir çok beyin kontrol işlemleri olduğu iddia edilir.
Ne kadar doğrudur , ne kadar yanlıştır bilemiyorum ama benim şahsi görüşüm , resmi kaynaklarında belirttiği gibi Mason localarından beslenmiş bu örgüt hala masonların kontrolünde masonlara hizmet etmektedir.
Bir çok yapımda Göz işaretine rastlarız. Bu göz işareti illuminati örgütünün beyin kontrol sisteminin sembolüdür. Bu Göz işaretinin elbette bir manası vardır. Tek Göz olarak görürüz. Bu Horos'un gözüdür.Tek Göz kavramı Deccal'in gözünü simgeler...
Genelde kullanılan simgeler illuminati örgütü ve mason locasının sembolleridir Bunlar , Herşeyi gören tek göz , tamamlanmamış piramit , Yedi kollu şamdan , gönye ve pergel , altı köşeli yıldız gibi öğeler ve sembollerdir.
Türkiye'de İlluminati örgütünün parmağı olan bir çok televizyon ,sinema , reklam gibi çalışmalar vardır. Hatta biraz daha ileri gitmek gerekirse Türkiye'de devlet binalarında da bu tür sembollere rastlamak mümkündür.
Ülkemizde ve dünyada illuminati örgütünün ince ince , yavaş yavaş nasıl beyinlere işlediğini görelim.
The Arivals isimli Belgeselde Pera Palas'ın logosuna dikkat çekilmiştir. Bu logoda iki aslan figürü görmekteyiz bu iki aslan figürünün ayakları ayı ayaklarıdır. Ayı ayaklı Aslan figürü Masonlukta Deccal olarak tarif edilmektedir. İlgili resim aşağıdadır.
11.11.2011 tarihinde AKP'nin kuruluşunun 10.Yıl dönümü münasebetiyle Ankara Keçiören'de bir Hatıra Ormanı açıldı. Bu hatıra ormanı Recep Tayyip ERdoğan'ın talimatı ile yapılmış ve bizzat kendisi tarafından açılışı yapılmıştır. İlgili resim aşağıdadır.
Aşağıdaki resme dikkatli bakınız , AKP Genel merkez binasıdır. Binanın ön yüz cephesinde yer alan Mason işaretlerini görürsünüz. İlgili resim aşağıdadır.
Facebook'un İlluminatiye hizmet ettiğini biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız aşağıdaki küçük videodan görebilirsiniz.
1 Amerikan Dolarında hangi sırlar saklıdır biliyor musunuz? Bilmiyorsanız aşağıdaki küçük videoyu izleyiniz. İkiz kuleler saldırısının nasıl planlanmış bir senaryo olduğunu göreceksiniz.
İnternette ve youtube'da illuminati diye aratırsanız bundan daha fazla sonuca ulaşırsınız.
27 Aralık 2011 Salı
Açılım'ın 2.Perdesi
Açılım açılım diye ortalığa saçılan saçılım savsatasının üzerine sinir kat sayımızı çıkaracak bir şekilde 2 Açılım adı altında yinelenmeye hazırlanıyorlar. Sözde Demokratik Açılım'ın Koordinatörü ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay "Habur'u şimdi de savunuyorum. Biz dağdaki insanı silahını bırakarak indirmek için en ileri adımlar attık. O çalışmaları yine yapacağız. Şiddet içermeyen her tür düşünce Türkiye'de serbest olacak" derken ne tür bir ihanetin içerisinde olduğunun farkında olmadığını adım gibi biliyorum. Yok benim adım yanlış ise o halde bu Beşir Atalay gerçekten haine hizmet edenlerin bir piyonudur.
Beşir Atalay bu zırvalıkları saçmalaya dururken gazete manşetlerine düşen 2.Açılım maddelerini inceleyelim.
Kürt sorununun "güvenlik" sorunu olmadığı düşüncesinden yola çıkarak, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu'nda ağır, sert ve insan hakları ihlallerine neden olabilecek maddeler ayıklanacakmış. Kürt sorunu var diyen mi var?
Kürtlerle sorunu olan mı var?
Bizim kürt sorunumuz yok , kürtler bizim öz gardaşımız , bizim Terör Sorunumuz vardır. Bunu anlamak istemeyen zihniyetlerin sadece ama sadece tek bir açıklaması vardır o da kürtleri kullanarak ülkemiz üzerinde oyunlar oynayan dış güçlerin emellerini gerçekleştirme hususunda onlara hizmet etmektir.
2.Açılım için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ''uygundur'' talimatından sonra çalışmalara başlandı.
DAĞDAN İNİŞE TEŞVİK:
Terör eylemlerine karışmamış, silahını teslim etmeye hazır örgüt mensupları için "etkin pişmanlık" dışında bazı sürpriz adımlar atılacak.Örneğin, silahı bırakıp teslim olmaları için belli bir süre verilecek, bu süre zarfında teslim olanlar hakkındaki yakalama emri kaldırılabilecek.
Terör eylemlerine karışmamış birinin elinde silah dağda ne işi var?
Elinde kaleşnikof ile dağlara reyhan toplamaya çıkmadı ya bu hainler...!!! Verilen sürede silah bırakıp teslim olanların yakalama emrini kaldırınca ne olacak ? Elini kolunu sallaya sallaya sokaklarımızda gezecek , emir gelene kadar keyif sürecek , emir geldikten sonra yine köpekliğine devam edip vatandaşımızın kanına girecek, askerimizin canına kıyacak.
Terör eylemlerine karışmamış birinin elinde silah dağda ne işi var?
Elinde kaleşnikof ile dağlara reyhan toplamaya çıkmadı ya bu hainler...!!! Verilen sürede silah bırakıp teslim olanların yakalama emrini kaldırınca ne olacak ? Elini kolunu sallaya sallaya sokaklarımızda gezecek , emir gelene kadar keyif sürecek , emir geldikten sonra yine köpekliğine devam edip vatandaşımızın kanına girecek, askerimizin canına kıyacak.
"SAYIN ÖCALAN..." AYARI:
Türk Ceza Kanunu'nun 215'inci maddesindeki, "suçu ve suçluyu övme" maddesinin gözden geçirilmesi planlanıyor.
Yani Apo'ya sayın diyen Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan mahkeme kararı ile sayın dediği için ödediği 0,25 kuruşu da ödemeyecek artık hatta ve hatta sayın diyenler baştacı edilecek. Siz sayın deseniz ne demeseniz ne , bizim gözümüzde sokaktaki itler kadar değeri olmayan bir adamı bunca zamandır paşalar gibi besliyorsunuz ya bu yeter de artar. Gerçi sizin meşhur savunmanız var ya hani , ''MHP iktidardı asmadı'' yahu tamam biz asmadık , e hadi buyrun sizi görelim , biz koalisyondaydık asamadık , çoğunluğumuz yetmedi , sayımız kafi geldi , sizdeki güç kudret kimde , mühür sizde , Süleyman sizsiniz buyrun asında görelim kimin emeğisiniz...
Yani Apo'ya sayın diyen Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan mahkeme kararı ile sayın dediği için ödediği 0,25 kuruşu da ödemeyecek artık hatta ve hatta sayın diyenler baştacı edilecek. Siz sayın deseniz ne demeseniz ne , bizim gözümüzde sokaktaki itler kadar değeri olmayan bir adamı bunca zamandır paşalar gibi besliyorsunuz ya bu yeter de artar. Gerçi sizin meşhur savunmanız var ya hani , ''MHP iktidardı asmadı'' yahu tamam biz asmadık , e hadi buyrun sizi görelim , biz koalisyondaydık asamadık , çoğunluğumuz yetmedi , sayımız kafi geldi , sizdeki güç kudret kimde , mühür sizde , Süleyman sizsiniz buyrun asında görelim kimin emeğisiniz...
TAHRİK SUÇU:
Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesinde yer alan "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçunun düzenlenmesi öngörülüyor.Eski Türk Ceza Kanunu'nun daki ünlü 312'nci madde Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesindeki "terör örgütüne ait amblem ve işaretleri taşıyanlara" 10 yıl hapis öngören düzenleme elden geçirilecek.
Artık terör örgütünün amblem ve işaretini yapanlar alelade biçim de saygı duyulur bir şekilde aramızda dolaşacaklar ne de olsa düşünce özgürlüğü var. Şiddet içermeyen bir Apo bayrağının kime ne zararı olabilir. Ya da ellerinde sözde Kürdistan bayraklarıyla ülkem sokaklarında Askerimin ve polisimin paznerlerine tırmanmasında ne gibi bir beis olabilir. Üniversiteler de gençlerimizin beyinlerini yıkayarak körpe çağda kandırıp dağa götürülmesinin suç sayılması zaten hataydı. Şimdi bu maddeye vereceğiniz ince ayar ile bu ayıbımız dan kurtulmuş olacağız değil mi ? Şu an dişlerimi sıkarak sizlere ne rahmet okuduğumuz gözlerinizi kapatıp tasvir etmenizde hiç bir sakınca yoktur... Buyrun...
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI:
Türk Medeni Kanunu'nun 7'inci ve Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddeleri üzerinde ince ayar yapılacak. TCK 220/8'de de, terör örgütünün veya amacının propagandasını yapmak suç. TCK 220/7'nci fıkrada ise örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüte bilerek veya isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılıyor.
İsteyen istediği televizyon ve radyo programına çıkacak , isteyen herkes kasetlerle , cdlerle ve internet ortamında ki videolarla terörü ve teröristi öven materyalleri yayınlayacak bu da suç kapsamından çıkacak öyle mi? Oldu olacak imralı'ya bir ttnet aboneliği alalım bir adsl hattı çekelim , bir dizüstü bilgisayar verelim , oradan şarkılar , türküler , marşlar söylesin , emirler yağdırsın.Diz üstü olsun ki bahçede hava alırken de kullanabilsin. Teröristi sakla evine al , yakalanırsa yakalansın sanki ne olacak yapılan ince ayarlar ile örgüte bilerek ve isteyerek yardım edenlerin ne suçu günahı var. Düşküne ek uzatmak örfümüzde adetimizde var. Eee nasıl olsa son açılım paketi ile terör örgütü üyeleri birer mazlum abidesi olduğuna göre suç olmasa olur.
İsteyen istediği televizyon ve radyo programına çıkacak , isteyen herkes kasetlerle , cdlerle ve internet ortamında ki videolarla terörü ve teröristi öven materyalleri yayınlayacak bu da suç kapsamından çıkacak öyle mi? Oldu olacak imralı'ya bir ttnet aboneliği alalım bir adsl hattı çekelim , bir dizüstü bilgisayar verelim , oradan şarkılar , türküler , marşlar söylesin , emirler yağdırsın.Diz üstü olsun ki bahçede hava alırken de kullanabilsin. Teröristi sakla evine al , yakalanırsa yakalansın sanki ne olacak yapılan ince ayarlar ile örgüte bilerek ve isteyerek yardım edenlerin ne suçu günahı var. Düşküne ek uzatmak örfümüzde adetimizde var. Eee nasıl olsa son açılım paketi ile terör örgütü üyeleri birer mazlum abidesi olduğuna göre suç olmasa olur.
Açılımın 2. Perdesi kısa bir süre sonra sahnede olacak... Buyur Ey Millet'im seyrine doyamadığın ihanet noktasındaki göz boyamalı entellektüel hainlik karelerini izleyemeye devam et...
Vural Egemen SARIGÖZ
27/12/2011
23 Aralık 2011 Cuma
Ermenilerin 3T Projesi 1. Aşamada...
Fransa'nın ''Erminilere soykırım yapılmıştır'' ibaresini kabul eden yasasının ardından Türkler olarak Fransa'ya karşı olan sinir katsayımız artmış ve nefret noktasına kadar gelmiştir. Fransa'da bulunan 500 bin Ermeni'nin oyları uğruna kabul edilen bu yasanın dünya kamuoyundan gereken tepkiyi gördüğünü sanmıyorum. Her fırsatta insan hakları savunucu , ülkeler arası diyalog elçisi , uluslararası barış çekirgesi edalarında olan ABD'yi ve AB Ülkelerini bu durumda ortalar görmek mümkün olmadı. Zaten bizim lehimize bir tavır yada duruş sergilemeleri asıl şaşırtıcı durum olurdu. Atalarımızın bir sözü vardır '' Gavur gavurun kılıcına yalın dermiş''... şu an ki durum bundan ibarettir.
Gelelim Fransa'ya karşı yapacaklarımıza...
Devletimiz Fransa'nın yasayı kabul etmesinin ardından bir takım yaptırımlar kararı alarak , tepkimizi ortaya koymaya çalışmış daha doğrusu Fransa'ya yaptığının yanlış olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Bizim ülkemizde modadır , İtalya Apo'yu saklar biz İtalyan mallarını boykot ederiz , İsrail gemimize saldırır biz İsrail mallarını boykot ederiz , Fransa ''Ermeniler katlettiniz'' der biz Fransa mallarını boykot ederiz. Bunca yıldır boykot ediyoruz , ediyoruz elimize bir şey geçmiyor. Üç beş gün sonra unutup yine bu ülkelerin mallarını gönül rahatlığıyla kullanmaya devam ediyoruz.
Bu defa 8 adet yaptırım maddesi ile Fransa'ya ettiğini çektirmeye çalışıyoruz.
Bu yaptırımlarla bir yere varılmaz. Yaptırımlar öyle olmalı ki Fransa bin pişman olmalı. Hadis-i Şerifte emrolunduğu gibi , '' Düşmanınızın silahı ile silahlanın'' şu an Fransa'nın en büyük silahı Ermeniler ise bizde Cezayir'i kendimize silah edelim. Meclisimiz Fransa Cezayir'de soykırım yapmıştır yasası çıkarsın olsun bitsin. Bakalım Fransa ne yapıyor. O vakit yukarıda saydığımız aleyhimize gelişen olumsuzluklar lehimize dönmeye başlar. Fransa gibi rahat olamayız elbette çünkü ABD ve AB aynı saydığımız gibi çekirge edalarına başlar.
Aslında Fransa bu yasayı çok önce kabul etmişti. Nasıl mı?
Bu yasayı daha önce kabul eden diğer ülkelere bir göz atın dilerseniz.
Sözde soykırımı bugüne kadar 18 ülke tanımıştı.Ermeniler'in soykırım iddialarını tanıyan ülkelerin sayısı, Fransa ile birlikte 19'a çıktı. İşte o ülkeler..
Arjantin 1993'te senato kararı ile Sözde soykırımı onaylamış 2004 yılında ise Cumhurbaşkanının onayladığı kanun ile yasalaşmıştır.
Uruguay 1965 yılında Ermeni Nüfusunun baskısı ile çok uzun yıllar önce sözde sıykırımı kabul etmiştir.
Kıbrıs Rum Kesimi hali hazırda Kıbrıs Barış Hârekatından kalma Türk düşmanlığına istinaden Ermenilerin yanında yer almış ve Sözde Soykırımı kabul etmiştir.
Rusya 1995 yılında Türkiye'ye karşı koz amacıyla kullanmak için sözde soykırımı kanun tasarısı ile meclisine taşımış ve yasa olarak kabul etmiştir. O dönemde Alparslan Türkeş ''Rusya'nın yaptığını ayı yapmaz ''diyerek tepkimizi dile getirmiştir.
Kanada 2004'te Ermeni Nüfusunun ve baskılarına dayanamayarak söz soykırımı kabul etmiştir.
Yunanistan 1996 yılında Türkiye-Yunanistan arasındaki ezeli gerginliğin artması sonucu bize karşı koz olarak kullanılmak amacıyla söz soykırımı kabul etmiştir.
Lübnan 1997 yılında Ermeni Nüfusunun çokluğunu gerekçe gösterek kabul etmiştir.
Belçika 1998 yılında yine bozulan ilişkilerimizde bize karşı tutar bir dal olması için Sözde Ermeni Soykırımını kabul etmiştir.
İsveç 2000 Yılında Vatikan'ın isteği üzerine kabul etmiştir. Vatikan'ı İsveç'in özel olarak yetiştirdiği muhafızlar korur ve İsveç'in vatikan ile özel ilişkileri vardır.
Fransa 2001 yılında Ermeni Diaspora'sının baskıları yüzünden kanun önergesi olarak meclise sunulmuş ve bu güne kadar bekletiliyordu. Tüm kaynaklarda Ermeni Soykırımını tanıyan ülkeler arasında Fransa'da sayılırdı. Bunun sebebi eninde sonunda bu yasayı kabul edeceğinin kesin olmasından kaynaklıdır.
Vatikan 2000 yılında müslüman düşmanlığını gözler önüne serercesine Sözde Ermeni Soykırımını kabul etmiştir.
İtalya demek Vatikan demek olduğuna göre 2000 yılında yani Vatikan'ın Sözde Ermeni Soykırımını kabul ettiği sıralarda kabul etmiştir.
İsviçre 2003 yılında Sözde soykırımı kabul etmiştir.
Slovakya 2004 yılında Arupa Birliğine girme sevdasında iken AB'nin baskıları ve kriterleri gereği kabul etmiştir.
Hollanda 2004 yılında içinde barındırdığı Türk düşmanlığının dışa vurulması olarak nitelendirilebilecek bir tavırla Sözde Ermeni Soykırımını kabul etmiştir.
Polonya 2005 yılında Avrupa birliğine üyelik için kabul etmiştir.
Litvanya 2005 yılında Avrupa Birliğine girmek için kabul etmiştir.
... Ve son olarak bu söz soykırımı kabul eden ülkeyi saymaya dahi gerek yoktur ancak Rakam açısından gereklidir. Ermenistan!!!
Dünyanın bir çok ülkesi sözde soykırımı kabul ederek bize karşı fıtratlarının gereğini yerine getirmişlerdir. Peki bu süreçte bizim yetkililerimizin tavırları nasıl olmuştur. Açıkcası bugün Fransa'ya karşı gösterilen tepki daha önceleri bu ülkelere de gösterilmiş olsaydı sanırım bu Ermeni Soykırımı saçmalığında bu noktada olmazdık.
Bakınız... Bizim yetkililerimizin bu konuda düşmana verdikleri kozlar nelerdir.Kozdan ziyade ekmeğe yağ,bal,kaymak ve ziyadesi ile çikolata sürmektir.
Aşağıda sıralayacakalarım unutmuşlara hatırlatmak içindir.
2007 yılında o dönemde Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttüğü sırada Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'ün Ermenistan Ziyaretinde görüştüğü Oskanyan ; "Sınırların açılması ve diplomatik ilişki kurulması konusunda Gül, bizimle aynı düşünüyor" demesini unutmadık...
Cumhurbaşkanı Gül Erivan’a gidip "Ermeni jargonunun değişti" diyerek Ermenileri şirin gösterme çabasını unutmadık.
Ermeni protokolleri imzalandığını unutmadık.
ABD Başkanı Barack Obama'nın Çankaya Köşkü'nde ''Soykırım konusunda görüşlerim değişmedi'' dediğini unutmadık...
Rauf Denktaş'ın ''Ermeni Soykırımı yalandır'' dediğinde '' Git siyasetini ülkende yap'' diyen başbakan'ı unutmadık...
Osmanlı döneminde çan kulesi minareden yüksek olduğu için çan kulesi yıkılan kilisenin Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in kendi cebinden karşıladığı yeniden restorasyon çalışmalarını ve restore edilirken çan kulesinin tekrar dikilip eskisinden yani minareden çok daha yüksek bir şekilde yapılmasına müsade edilmesini unutmadık...
Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın: "Er ya da geç soykırım anıtı önünde diz çökecek Türk liderler olacak" sözlerini ve hükümetimizin bu sözlere olan sessizliğini unutmadık...
Sakrisyan Hocalı katliamına bizzat katıldım dediğini ve bunu bizlere Meclis Başkanımız Cemil Çiçek ile duyurduğu halde TBMM'de Hocalı da soykırım yapılmıştır diye bir yasa çıkarılmadığını unutmadık...
Tüm bunlar büyük oyunun bir parçasıdır. Ermenilerin 3T projesini bilmeyeniniz var mı?
Bilmeyenler için yineliyorum o halde...
3T projesinin açılımı şudur ;
1-TANIMA
2-TAZMİNAT
3-TOPRAK
O halde bu projeye göre neredeyse Tanıma aşaması tamamlanmak üzere , daha sonra öldürülenler için bizden para yani tazminat talep edecekler daha sonra da bizim insanlarımızı burada öldürdünüz bu topraklar bizim diyerek bizden toprak isteyecekler. Bu zihniyet devam ettikçe daha bizden çok şey isterler.
Bu andan daha tezi yok derhal Meclisimizde Cezayir'e Soykırım yapılmıştır ve Hocalı'da insanlarımız Katledilmiştir kararı alınmalıdır.
Vural Egemen SARIGÖZ
24/12/2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)