'' Dinleri göster arasını göstereyim'' bir büyüğümüzün nüktedar sözü ile makaleme başlamak istiyorum. Dinler arası diyalog bir tuzaktır ve bu tuzağa düşenleri uyarmak benim yada bizim vazifemizdir. Bu makale de aktaracaklarımın belki çoğunu daha önce duydunuz yada ilk kez duayacaksınız ancak ister duymuş olun isterseniz ilk kez karşılaşıyor olun aktardıklarımızı sonuna kadar okuduğunuz da sizde hak vereceksiniz.
Dinlerarası diyalog safsatasını savunan bir çok kişinin başvurduğu savunma cümlesi yada dayanak mercii şudur;
'' Efendim Peygamberimiz de hristiyanlara , yahudilere ibadet özgürlüğü tanımıştır''
Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde, bir Yahudiye borcu vardı;Hazret-i Ali’ye bunu ödemesini vasiyet etti. Bu tür, komşuluk ve diğer insani ilişkiler
zamanımıza kadar devam etti.
Kimse kimsenin, yaşayışına, ibadetine karışmıyor; isteyen Kilisesine, isteyen
Havrasına gidiyor rahat bir şekilde dinlerinin icablarını yerine getiriyordu. Bu zaten İslâmdininin de bir emriydi.
Ancak, günümüzdeki diyaloglar bu insani, sosyal boyut ile sınırlı kalmadı. Dini
inançlara ve yaşayışlara da yansıtıldı. Üç din mensuplarının bir araya gelip “vahiy” “Tanrı” inancı gibi konularda teologlar seviyesinde görüşmeler yapmaları, Papazların, Hahamların iftar yemeğine çağırılmaları; Müslümanların, Kilisede onların Yortu ve Noel günlerine katılmaları bunun muşahhas örneklerindendir.
İftar, Müslümanlar için dini muhtevalı bir yemektir. Dolayısıyla İslam dininin
emrettiği şekilde ve İslami ölçüler içinde yapılır. Hâl böyle olunca şu soruyu sormamız gerekir: İftar yemeğinde, papazın ne işi var.?
Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde, bir Yahudiye borcu vardı;Hazret-i Ali’ye bunu ödemesini vasiyet etti. Bu tür, komşuluk ve diğer insani ilişkiler
zamanımıza kadar devam etti.
Kimse kimsenin, yaşayışına, ibadetine karışmıyor; isteyen Kilisesine, isteyen
Havrasına gidiyor rahat bir şekilde dinlerinin icablarını yerine getiriyordu. Bu zaten İslâmdininin de bir emriydi.
Ancak, günümüzdeki diyaloglar bu insani, sosyal boyut ile sınırlı kalmadı. Dini
inançlara ve yaşayışlara da yansıtıldı. Üç din mensuplarının bir araya gelip “vahiy” “Tanrı” inancı gibi konularda teologlar seviyesinde görüşmeler yapmaları, Papazların, Hahamların iftar yemeğine çağırılmaları; Müslümanların, Kilisede onların Yortu ve Noel günlerine katılmaları bunun muşahhas örneklerindendir.
İftar, Müslümanlar için dini muhtevalı bir yemektir. Dolayısıyla İslam dininin
emrettiği şekilde ve İslami ölçüler içinde yapılır. Hâl böyle olunca şu soruyu sormamız gerekir: İftar yemeğinde, papazın ne işi var.?
Yine, Yortu ve Noel Hıristiyanların bir ibadetidir. Kendi şartlarına göre yapılır. Aynı şekilde burada da Müslümanın ne işi var?
Hıristiyanlara, papazlara yemek ziyafeti verilecekse, iftar yemeği dışında başka bir zamanda verilemez mi? Özellikle iftar yemeğine papazın çağırılmasından maksat nedir?Diyalog için yer ve zaman mı bulunamıyor? Bir araya gelinecekse, dini günlerin ve mekanların dışında, belli bir zamanda ve mekanda buluşmak pek ala mümkün. Yemek mi yenecek, konuşma mı yapılacak burada yapılır. İşte farklı din mensupları arasında diyalog ve hoşgörü budur. Son yıllarda gündeme getirilen, “Diyalog ve Hoşgörü” başka manada ele alınmaktadır. Hoşgörüden ziyade, üç dinin belli bir eksen etrafında toplanması, bir nevi dinlerin birleştirilmesi şeklinde algılanmaya başlandı. Bu, İslâm dinine, 14 asırlık tatbikata uymayan, işte bu anlayış şeklidir. Yoksa bildiğimiz klasik manada hoşgörüye hiçbir Müslüman karşı çıkmaz.
Hıristiyanlara, papazlara yemek ziyafeti verilecekse, iftar yemeği dışında başka bir zamanda verilemez mi? Özellikle iftar yemeğine papazın çağırılmasından maksat nedir?Diyalog için yer ve zaman mı bulunamıyor? Bir araya gelinecekse, dini günlerin ve mekanların dışında, belli bir zamanda ve mekanda buluşmak pek ala mümkün. Yemek mi yenecek, konuşma mı yapılacak burada yapılır. İşte farklı din mensupları arasında diyalog ve hoşgörü budur. Son yıllarda gündeme getirilen, “Diyalog ve Hoşgörü” başka manada ele alınmaktadır. Hoşgörüden ziyade, üç dinin belli bir eksen etrafında toplanması, bir nevi dinlerin birleştirilmesi şeklinde algılanmaya başlandı. Bu, İslâm dinine, 14 asırlık tatbikata uymayan, işte bu anlayış şeklidir. Yoksa bildiğimiz klasik manada hoşgörüye hiçbir Müslüman karşı çıkmaz.
şin başka garip bir yönü de şudur: Bugün bu üç din mensuplarının kendi
dinlerinden başka dinleri reddettikleri bir gerçektir. Kabul etselerdi zaten o dinde olurlardı. Yani her din mensubuna göre, kendi dini doğru diğerleri batıldır, yanlıştır. Yani başka hak din yoktur. Batıl olan, peşinen reddettiğiniz bir şeyle nasıl diyalog yapılacaksınız? Onu kabul ederseniz zaten kendi dininizi inkar etmiş oluyorsunuz. Buradan şu çıkıyor, diyalog dinlerarası değil, ancak din mensupları arasında
yapılabilir. Bu da, çeşitli din mensupları arasındaki, siyasi, konomik, sosyal boyutlu ilişkilerdir. Bu tür diyaloglar; dün vardı, bugün de var, yarın da olacak,olması da lazım.
dinlerinden başka dinleri reddettikleri bir gerçektir. Kabul etselerdi zaten o dinde olurlardı. Yani her din mensubuna göre, kendi dini doğru diğerleri batıldır, yanlıştır. Yani başka hak din yoktur. Batıl olan, peşinen reddettiğiniz bir şeyle nasıl diyalog yapılacaksınız? Onu kabul ederseniz zaten kendi dininizi inkar etmiş oluyorsunuz. Buradan şu çıkıyor, diyalog dinlerarası değil, ancak din mensupları arasında
yapılabilir. Bu da, çeşitli din mensupları arasındaki, siyasi, konomik, sosyal boyutlu ilişkilerdir. Bu tür diyaloglar; dün vardı, bugün de var, yarın da olacak,olması da lazım.
Diyaloğu başlatan kim?
İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadece isimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslına uygun bir şekilde bilindiği ve
yaşandığı, Müslüman ülkelerde istedikleri neticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destek verilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi.
Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962'de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyaloğa” önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği
Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:
İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadece isimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslına uygun bir şekilde bilindiği ve
yaşandığı, Müslüman ülkelerde istedikleri neticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destek verilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi.
Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962'de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyaloğa” önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği
Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:
“Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “
1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası'nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya'nın yayın organı Bulletin'deki bir yazısında şunu belirtiyordu: "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat
olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlar gereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.” 1984 yılından beri "Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası"nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir: "Papa VI. Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir" (Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124).
Papa’yı ziyaretinde Fethullah Gülen de bu konuyu vurgulamıştır:
1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası'nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya'nın yayın organı Bulletin'deki bir yazısında şunu belirtiyordu: "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat
olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlar gereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.” 1984 yılından beri "Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası"nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir: "Papa VI. Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir" (Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124).
Papa’yı ziyaretinde Fethullah Gülen de bu konuyu vurgulamıştır:
“Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan
Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.” (F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998)
Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.” (F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998)
"Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım."Müslümanlar cephesinde ise; “Dinlerarası diyaloğun kararlı bir destekçisi ve teşvikçisi”nin Sayın Fethullah Gülen olduğu, Hocaefendi’nin onursal başkanlığınıyaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yayını “Küresel Barışa Doğru” kitabında bildirilmektedir.Yine aynı kitaba göre, Fethullah Hoca’nın, Papa II.Paul ile görüşmesinden önce bu diyaloğu daha önce başlatan üstadı Saidi Nursi’dir. Bediüzzaman Saidi Nursi’nin, bu konuda, Papa XII. Pier ile yazışma yaptığı, 1950’li yıllarda Fener semtinde ikamet etmesinin, Rum Patrik Atenagoras ile de yapılan diyaloğu kolaylaştırdığı aynı kitapta ifade edilmektedir. Dinlerarası diyaloğun lüzumu ile ilgili Hocaefendi’nin yayınlanmış pek çok makalesi ve kitabı var. (Mesela, “Hoşgörü ve Diyalog İklimi” kitabı tamamen bu konu ile ilgilidir.)
23/24.10.2003 tarihleri arasında; ülkemizde, bölücü faaliyetlerde bulunduğu iddiası ile kapatma davası açılan Alman Konrad Adenauer vakfının, Armada otelinde düzenlediği, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu konferansa katılan “Dinlerarası Diyalog” projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof.Dr. Niyazi Öktem yaptığı konuşmada bu projeye kimlerin destek verdiğini şöyle dile getirdi: “80’li yıllarda başlattığımız “Dinlerarası Diyalog” projesinde hayli mesafe aldık.
Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan geldi. Vakfın onursal başkası Fethullah Gülen Haca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye’de ki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.”
Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan geldi. Vakfın onursal başkası Fethullah Gülen Haca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye’de ki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.”
Diyaloğun hedefi
Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak için faaliyet gösteren misyonerler, Ortadoğu’da büyük bir dirençle karşılaştılar. Bunu kırmak için, bu bölgede yaşayan Müslümanların, dini şuurunun yok edilmesi gerekiyordu. Dinlerarası diyalog ile, Hıristiyanlığın da hak bir din olduğu, korkulacak bir şey olmadığı konusu işlenerek, Müslümanların Hıristiyanlara karşı olan husumetini kırmayı gaye edindiler.
Bunu sağlamak için de, "Benim dinim son dindir, diğerleri yanlıştır”
inancından vazgeçirmeği prensip edindiler. Dinlerarası diyaloğun mimarlarından M.Watt, "Modern Dünyada İslam Vahyi" adlı çalışmasında bunu açıkça yazmaktadır. Watt'a göre diyaloğun şartı "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir: “Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog
anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icab ettirir. Taraflardan biri "Benim dinim son dindir" derse bu olmaz; çünkü buradaki "son" kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, benim dinim diğerlerinkinden daha üstündür inancının terk edilmesi gerekir."
Halbuki Kur’an-ı kerim, İslamiyetin “son din” olduğunu, diğerlerinin geçersiz olduğundan kabul edilemez olduğunu açıkca bildirmiştir. Dolayısıyla bir Müslüman bunun aksini düşünemez. Böyle düşündüğü, inandığı hatta şüphe ettiği takdirde dinden çıkmış olur. İslamiyetin son din olduğu ayet-i kerimelerde meal şöyle bildirilmiştir:
“Bugün, dininizi kemale erdirdim, ikmal ettim. Size olan nimetlerimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâmı seçtim.” (Maide 3)
“Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19)
“Kim İslâmdan başka din ararsa, bilsin ki, bulduğu din asla kabul
edilmeyecektir.” (A. İmran 85)
Bunu sağlamak için de, "Benim dinim son dindir, diğerleri yanlıştır”
inancından vazgeçirmeği prensip edindiler. Dinlerarası diyaloğun mimarlarından M.Watt, "Modern Dünyada İslam Vahyi" adlı çalışmasında bunu açıkça yazmaktadır. Watt'a göre diyaloğun şartı "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir: “Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog
anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icab ettirir. Taraflardan biri "Benim dinim son dindir" derse bu olmaz; çünkü buradaki "son" kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, benim dinim diğerlerinkinden daha üstündür inancının terk edilmesi gerekir."
Halbuki Kur’an-ı kerim, İslamiyetin “son din” olduğunu, diğerlerinin geçersiz olduğundan kabul edilemez olduğunu açıkca bildirmiştir. Dolayısıyla bir Müslüman bunun aksini düşünemez. Böyle düşündüğü, inandığı hatta şüphe ettiği takdirde dinden çıkmış olur. İslamiyetin son din olduğu ayet-i kerimelerde meal şöyle bildirilmiştir:
“Bugün, dininizi kemale erdirdim, ikmal ettim. Size olan nimetlerimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâmı seçtim.” (Maide 3)
“Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19)
“Kim İslâmdan başka din ararsa, bilsin ki, bulduğu din asla kabul
edilmeyecektir.” (A. İmran 85)
R. Arnaldez, Ehli sünnet bir Müslümana diyaloğu kabul ettirmenin pratikte imkansız olduğunu, bu inancın tahrip edilmesi gerektiğini söyledikten sonra, İslami esasları, nakil ile değil, akıl ile anlamayı bir metod haline dönüştürmüş Vehhabi, Selefi anlayışının temsilcisi olan “Abduh ekolü”nün hakim kılınması halinde, dinlerarası
diyaloğun oldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir.( R. Arnaldez: Contidions dun avee İslam isimli kitabından)
diyaloğun oldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir.( R. Arnaldez: Contidions dun avee İslam isimli kitabından)
Dinlerarası Diyalog fikrinin babası olan Louıs Massignon, “Onların
(Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. İnançları, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye tam inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler” demektedir.
Dinimiz, İslamiyetin son din olduğunu, diğerlerinin geçersiz olduğunu, onlarla dostluk kurulamayacağını bildiriyor. Diyologçular ise, dostluktan da öte, diğer dinleri kendine yakın görmeği tasavvufta bir makam olarak telakki ediyorlar. Prof. Dr. Mehmet Aydın bunu bakınız nasıl ifade ediyor: “Bir sufinin, bütün dinleri birbirine yakın seviyede görmesi, zaten bu tevhid, vahdet makamıdır.” (II.Din Şurası tebliğ ve Müzakereleri, s. 342)
(Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. İnançları, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye tam inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler” demektedir.
Dinimiz, İslamiyetin son din olduğunu, diğerlerinin geçersiz olduğunu, onlarla dostluk kurulamayacağını bildiriyor. Diyologçular ise, dostluktan da öte, diğer dinleri kendine yakın görmeği tasavvufta bir makam olarak telakki ediyorlar. Prof. Dr. Mehmet Aydın bunu bakınız nasıl ifade ediyor: “Bir sufinin, bütün dinleri birbirine yakın seviyede görmesi, zaten bu tevhid, vahdet makamıdır.” (II.Din Şurası tebliğ ve Müzakereleri, s. 342)
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu da aynı görüşte: Yaptığı açıklamada, ılımlı hoşgörülü İslam anlayışında, Müslümanların, ‘İslamlaştırma’, Hıristiyanların ‘Hıristiyanlaştırma’ politikalarını izlememelerinin gerekli olduğunu, söylemektedir. (3.4.2004 Habertürk gazetesindeki haber)
Diyalog ve Hubbu fillâh - Buğdu fillâh
Vatikan’ın en çok korktuğu, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel gördüğü, İslamiyetin, “hubbu fillah-buğdu fillah” emridir. Yani, Allah dostlarını Allah için sevmek, Allahın düşmanlarını, (dinimize göre, Müslüman olmayan herkes Allah düşmanıdır) Yahudileri, Hıristiyanları sevmemektir. Hubbu fillah, buğdu fillâh, imanın esasıdır. İmanın altı şartının geçerli olup olmaması bu esasa bağlıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alameti, hubb-i fillah, buğd-ı fillahtır.” (Ebu Davüd)
“İmanın temeli Mümini sevmek ve kâfiri sevmemektir.” (İmamı Ahmed)
“İmanın efdali Allah için sevgi, Allah için buğzdur.” (Taberânî)
Yine Resulullah buyurdu ki: “Cebrail aleyhisselam gibi ibâdet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibâdetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul
olmaz!” Allahü teâlâ, Hz. Musa’ya sordu:
- Ya Musa, benim için ne işledin?
- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.
- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?
- Ya Rabbi, senin için olan ameli bana bildir.
- Dostlarımı benim için sevdin mi, düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?
Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ’yı sevmenin onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı. (İmam-ı Gazali)
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
“Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar,(İslâma olan düşmanlıklarında) birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan olur. Allahü teâlâ, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez.” (Maide 51)
“Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Ali İmran 28)
“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, babaları veya oğulları veya
kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah'a ve Resûlüne düşman olanları sevmezler.” (Mücadele-22)
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: “Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur” (Taberânî) Vatikan, bu inanç yıkılmadıkça, Müslümanların Hıristiyan olmayacağını bildiği
için, “Diyalog” vasıtasıyla bu inancı yıkmak istiyor.
“İmanın temeli Mümini sevmek ve kâfiri sevmemektir.” (İmamı Ahmed)
“İmanın efdali Allah için sevgi, Allah için buğzdur.” (Taberânî)
Yine Resulullah buyurdu ki: “Cebrail aleyhisselam gibi ibâdet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibâdetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul
olmaz!” Allahü teâlâ, Hz. Musa’ya sordu:
- Ya Musa, benim için ne işledin?
- Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.
- Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?
- Ya Rabbi, senin için olan ameli bana bildir.
- Dostlarımı benim için sevdin mi, düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?
Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ’yı sevmenin onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı. (İmam-ı Gazali)
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
“Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar,(İslâma olan düşmanlıklarında) birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan olur. Allahü teâlâ, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez.” (Maide 51)
“Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Ali İmran 28)
“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, babaları veya oğulları veya
kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah'a ve Resûlüne düşman olanları sevmezler.” (Mücadele-22)
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: “Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur” (Taberânî) Vatikan, bu inanç yıkılmadıkça, Müslümanların Hıristiyan olmayacağını bildiği
için, “Diyalog” vasıtasıyla bu inancı yıkmak istiyor.
Dinlerarası Diyalog, hakkında lehte, aleyhte çok şey yazıldı çizildi. Diyalogla yapılmak istenenlere herkes kendine göre bir yorum getirdi. Dinlerarası diyaloğu farklı bir açıdan yorumlayanlardan biri de Sayın Ali Eren’dir. Sayın Eren’in yorumu şöyle:
“İpin ucu başkalarının elinde; biz de Karagöz. Onlar yazmış, biz oynuyoruz: “Diyalog ve hoşgörü” oyunu Adamlar taa 1965’te “Diyalog, misyonerliğin yeni bir tarzıdır” diyorlardı. Anadolu bizim
elimizde olduğu için, “İçimiz yanıyor” diyorlar. “Mukades vatanımız, Müslüman Türklerin istilası altındadır” demekten de çekinmiyorlar. Bize bakışları bu Daha ne desinler? “Anlayın artık” diye kafamıza tokmakla mı vursunlar?
“İpin ucu başkalarının elinde; biz de Karagöz. Onlar yazmış, biz oynuyoruz: “Diyalog ve hoşgörü” oyunu Adamlar taa 1965’te “Diyalog, misyonerliğin yeni bir tarzıdır” diyorlardı. Anadolu bizim
elimizde olduğu için, “İçimiz yanıyor” diyorlar. “Mukades vatanımız, Müslüman Türklerin istilası altındadır” demekten de çekinmiyorlar. Bize bakışları bu Daha ne desinler? “Anlayın artık” diye kafamıza tokmakla mı vursunlar?
Türkiye’den Papa’yla görüşmesi icab eden birisi varsa, bu sadece Diyanet İşleri Başkanı olmalıydı, niye Fethullah Hoca gitti?
Müftü değil, imam değil, vaiz değil, müezzin bile değil. Yani hiçbir resmî hüviyeti yok. Buna rağmen kendisiyle görüşülmesi oldukça zor olan, ve değme resmî insanın 6 ayda bile kolay kolay görüşemediği Papa’yla rahatça görüşebiliyor; hayret. Bunda bir
anormallik yok mu? Bir hayret daha: kendisini orada Türkiye’nin büyükleçisi karşılıyor! Mesela, bir vilayete giden başbakanı oranın valisi karşılar. Ama aynı vali, başbakanın bulunduğu yere gitse, başbakan onu karşılamaz. Çünkü alt makamdakiler daima üst makamdakileri karşılar.
Müftü değil, imam değil, vaiz değil, müezzin bile değil. Yani hiçbir resmî hüviyeti yok. Buna rağmen kendisiyle görüşülmesi oldukça zor olan, ve değme resmî insanın 6 ayda bile kolay kolay görüşemediği Papa’yla rahatça görüşebiliyor; hayret. Bunda bir
anormallik yok mu? Bir hayret daha: kendisini orada Türkiye’nin büyükleçisi karşılıyor! Mesela, bir vilayete giden başbakanı oranın valisi karşılar. Ama aynı vali, başbakanın bulunduğu yere gitse, başbakan onu karşılamaz. Çünkü alt makamdakiler daima üst makamdakileri karşılar.
Fethullah Hoca, T.C. nezdinde, büyükelçiden daha üst bir makamda mı ki, onu büyükelçi karşılamıştır? Soru iki: Fethullah Hoca’yı Papa’yla görüştürenler, İslam dininin hayrına bir şey için mi görüştürmüşlerdir?
Geçelim ve Fethullah Hoca’nın Papa’ya hitabına bakalım lütfen:
“Papa cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” (10 Şubat 1998, Zaman)
Geçelim ve Fethullah Hoca’nın Papa’ya hitabına bakalım lütfen:
“Papa cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” (10 Şubat 1998, Zaman)
Demek ki Dinlerarası Diyalog denilen çalışmayı kim başlatmış? Papa!
Veee, Fethullah Hoca “Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere” orada bulunuyormuş! Dikkat, dikkaaat! İslam misyonunun bir parçası olarak değil, Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olarak
Ne demek bu beyler, ne demek? O Papa ki, bir taraftan dinlerarası hoşgörü turları atarken, diğer taraftan bizi içimizden vuruyor. Nasıl vuruyor bakın: Hristiyan teoloji uzmanı Aytunç Altındal’ın açıkladığına göre Papa, 1998’de fethullah Hoca’yla görüşmesinden sonraki günlerde, dünyadan iki kişiyi gizli kardinal tayin etti. Bu
gizli kardinaller başka bir dinin mensuplarından seçildi. Yapılan araştırmaya göre, bu gizli kardinallerden birisi İslam dünyasında “alim” olarak bilinen birisidir. Bu gizli kardinal, mensup olduğu dinin veya mezhebin batıl olduğunu, gerçek dinin Hıristiyanlığın Katolik
yorumu olduğunu ilan eder ve bağlılarıyla birlikte bu dine geçer. (7 Mart 1998, Akit Gazetesi)
Veee, Fethullah Hoca “Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere” orada bulunuyormuş! Dikkat, dikkaaat! İslam misyonunun bir parçası olarak değil, Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olarak
Ne demek bu beyler, ne demek? O Papa ki, bir taraftan dinlerarası hoşgörü turları atarken, diğer taraftan bizi içimizden vuruyor. Nasıl vuruyor bakın: Hristiyan teoloji uzmanı Aytunç Altındal’ın açıkladığına göre Papa, 1998’de fethullah Hoca’yla görüşmesinden sonraki günlerde, dünyadan iki kişiyi gizli kardinal tayin etti. Bu
gizli kardinaller başka bir dinin mensuplarından seçildi. Yapılan araştırmaya göre, bu gizli kardinallerden birisi İslam dünyasında “alim” olarak bilinen birisidir. Bu gizli kardinal, mensup olduğu dinin veya mezhebin batıl olduğunu, gerçek dinin Hıristiyanlığın Katolik
yorumu olduğunu ilan eder ve bağlılarıyla birlikte bu dine geçer. (7 Mart 1998, Akit Gazetesi)
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın uğruna yanıp tutuştuğu diyalog toplantılarında hep
komisyon başkanlığına getirilen ve “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık kiliselere
gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyen 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dekanı Mehmet Aydın, ’98 Ekim’inde diyordu ki:
“Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi Dininizin, Kitabınızın ve Peygamberinizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu sayın okuyucular. Buna itirazınız var mı, ismini ve unvanını zikrettiğim sayın beyler? Sayın Mustafa Başoğlu buna tahammül edemedi ve itiraz etti. Etti, ama ettiğiyle kaldı. Ne yazık ki oradaki belki de 100 kişilik Diyanet ve İlahiyat kadrosundan tek bir kişi “Evet,
Mustafa bey haklı” demedi.
komisyon başkanlığına getirilen ve “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık kiliselere
gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyen 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dekanı Mehmet Aydın, ’98 Ekim’inde diyordu ki:
“Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi Dininizin, Kitabınızın ve Peygamberinizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu sayın okuyucular. Buna itirazınız var mı, ismini ve unvanını zikrettiğim sayın beyler? Sayın Mustafa Başoğlu buna tahammül edemedi ve itiraz etti. Etti, ama ettiğiyle kaldı. Ne yazık ki oradaki belki de 100 kişilik Diyanet ve İlahiyat kadrosundan tek bir kişi “Evet,
Mustafa bey haklı” demedi.
İşte gerçek hoşgörü!
Bu konu ile ilgili bir de anektod aktarayım: Kudüs'ün Müslüman askerler tarafından fethinden bir müddet sonra da , papazlar, halife hazret-i Ömer'i Kiliseye davet ettiler. Hazret-i Ömer, görüşme uzayınca namaz kılmak istedi:”Papaz efendi, bana bir yer gösterin de namazımı kılayım”dedi. Papaz, “Buyurun burada kılabilirsiniz, bizim için bir
mani yoktur ya Ömer!” dedi. Hazret-i Ömer'in, gösterilen yerde namaz kılmak istemediğini anlayan papaz, sordu” Peki, sizin burada namaz kılmanıza mani olan şey nedir?” Hz. Ömer şu cevabı verdi: “Benim halkım, namaz kıldığım yeri cami yapmak ister. Burada namaz kılınca siz, Kilisenizin mescide çevirilme tehlikesi ile karşı karşıya kalırsınız. Bunun için bana başka bir yer gösterin.” Kilisenin dışında müsait bir yer gösterdiler. Hazret-i Ömer namazını orada kıldı.
Daha sonra, burası mescid haline getirildi. İsmine de Ömer Mescidi denildi. İşte Müslümanlar, geçmişte gayri müslimlere bu kadar geniş ibadet hürriyeti verirlerdi. İbadetlerine mani olmadıkları gibi, ibadetlerine mani olacak şeyleri de ortadan kaldırırlardı. Onlara da rahat ibadet etme imkanı sağlarlardı. İslamiyette, gayri müslimlere ibadet hürriyeti sağlandığı gibi, Müslümanların malı, canı, namusu nasıl korunuyorsa, gayri müslimlerin mal ve can emniyeti de aynen
sağlanır. Bunun için gayri müslimler, Müslümanlar arasında asırlarca, rahat, korkusuz bir şekilde yaşamışlardır. Bunları anlatmak varken, iki de bir dinimizi tenkit edelim, yeniden yorumlayalım demenin kime ne faydası var? Onlara şirin görünmek için illa da dinden taviz mi
vermemiz gerekir?
Bu konu ile ilgili bir de anektod aktarayım: Kudüs'ün Müslüman askerler tarafından fethinden bir müddet sonra da , papazlar, halife hazret-i Ömer'i Kiliseye davet ettiler. Hazret-i Ömer, görüşme uzayınca namaz kılmak istedi:”Papaz efendi, bana bir yer gösterin de namazımı kılayım”dedi. Papaz, “Buyurun burada kılabilirsiniz, bizim için bir
mani yoktur ya Ömer!” dedi. Hazret-i Ömer'in, gösterilen yerde namaz kılmak istemediğini anlayan papaz, sordu” Peki, sizin burada namaz kılmanıza mani olan şey nedir?” Hz. Ömer şu cevabı verdi: “Benim halkım, namaz kıldığım yeri cami yapmak ister. Burada namaz kılınca siz, Kilisenizin mescide çevirilme tehlikesi ile karşı karşıya kalırsınız. Bunun için bana başka bir yer gösterin.” Kilisenin dışında müsait bir yer gösterdiler. Hazret-i Ömer namazını orada kıldı.
Daha sonra, burası mescid haline getirildi. İsmine de Ömer Mescidi denildi. İşte Müslümanlar, geçmişte gayri müslimlere bu kadar geniş ibadet hürriyeti verirlerdi. İbadetlerine mani olmadıkları gibi, ibadetlerine mani olacak şeyleri de ortadan kaldırırlardı. Onlara da rahat ibadet etme imkanı sağlarlardı. İslamiyette, gayri müslimlere ibadet hürriyeti sağlandığı gibi, Müslümanların malı, canı, namusu nasıl korunuyorsa, gayri müslimlerin mal ve can emniyeti de aynen
sağlanır. Bunun için gayri müslimler, Müslümanlar arasında asırlarca, rahat, korkusuz bir şekilde yaşamışlardır. Bunları anlatmak varken, iki de bir dinimizi tenkit edelim, yeniden yorumlayalım demenin kime ne faydası var? Onlara şirin görünmek için illa da dinden taviz mi
vermemiz gerekir?
Alman Der Spiegel Dergisi'nde, Fransız düşünür Bernard Henri Levy,’in bir yazısı yayınlandı. Levy, bu yazısında, İslam aydınlanmasında din adamlarına büyük görev düştüğünü belirterek şöyle diyor: ‘‘Hıristiyan ve Yahudi din adamlarıyüzyıllarca önce nasıl kendi kutsal kitap ve yazılarını gözden geçirip onunla hesaplaştıysa, şimdi de kendi kutsal kitapları üzerinde çalışma sırası İslam bilginlerinde.’’ Şimdi size bu sözü tercüme edeyim: Yahudilik ve Hıristiyanlığın ilahi olma, yani
Allah tarafından gönderilen orijinal mesaj özelliği yok edildi. Şimdi sıra İslamiyette. İslamiyetin orijinalliğini bozmak, ilahi özelliğini yok etmek şart, diyor. İşte, Papa’nın, Hıristiyan aleminin, hoşgörü, diyalog, sevgi, saygı vs. kampanyaları başlatmasının perde arkasındaki gerçek sebebi bu. Bunu yapabilmeleri için de, İslamiyetin dinamizmini yıkmaları, dinde reform, değişiklik yaptırmaları gerekiyor. Onların ifadeleri ile, İslamiyetin yumuşatılması, “ light” leştirilmesi lazım. Bu, “Barış” adı altında yeni bir “Haçlı seferi” başlatılması demektir.
Zaten tarih boyunca, Vatikan hiçbir zaman tavrını net bildirmedi. Sözü ile özü bir olmadı. Gerçek niyetleri hep saklı kaldı. Başarırlar veya başaramazlar, ama bu defa gerçek niyetlerinin; dinlerarası diyalog, hoşgörü adı altında, dinleri birleştirmek, sonra da bütün dünyayı Hıristiyanlaştırmak olduğu ortaya çıktı artık. Çünkü, bütün baskılara, zorlamalara rağmen hâlâ İslam, sadece İslam dünyasında değil tüm küresel bazda yegane adres ve cazibe merkezi. Bu Batı’yı korkutuyor. Çünkü, Hıristiyanlık diye bir din kalmadı. Çünkü Avrupalılar, Hıristiyanlığı işlerine nasıl geliyorsa öylece değiştirme yoluna giderek, yani dini kendilerine, çıkarlarına ve keyiflerine
uydurarak, Hıristiyanlık din olmaktan çıktı. Öte yandan Hinduizm, Budizm ve Şintozim gibi Doğu dinleri, bu dünyaya söyleyebilecekleri bir şeyleri olan dinler olmaktan çok çok uzaklar: Fosilleşmiş, sadece
birer aksesuar veya terapi işlevi görebilecek durumda bu dinler.
Şu an dünyada onca baskıya, sindirmeye ve zulme rağmen dinamizmini,
canlılığını ve hayatiyetini sürdüren ve insanlığa umut ve ufuk verebilecek olan tek din İslam dinidir. Batılılar bu gerçeği gördüler ve o yüzden, komünizmden sonra, İslamı hedef seçtiler.
Bunun için şu iki şeyi yapmayı planlıyorlar: Birincisi, ne yapıp edip İslamı terörle, özdeşleştirerek mahkum etmek. Müslümanları terörist, zararlı kimseler olarak göstermek. İkincisi de, İslamın içini boşaltarak sadece ferdi bir inanç meselesi haline getirerek dünyaya, hayata ilişkin entelektüel, siyasi, ekonomik, kültürel taleplerini iptal etmeye çalışmak.
Allah tarafından gönderilen orijinal mesaj özelliği yok edildi. Şimdi sıra İslamiyette. İslamiyetin orijinalliğini bozmak, ilahi özelliğini yok etmek şart, diyor. İşte, Papa’nın, Hıristiyan aleminin, hoşgörü, diyalog, sevgi, saygı vs. kampanyaları başlatmasının perde arkasındaki gerçek sebebi bu. Bunu yapabilmeleri için de, İslamiyetin dinamizmini yıkmaları, dinde reform, değişiklik yaptırmaları gerekiyor. Onların ifadeleri ile, İslamiyetin yumuşatılması, “ light” leştirilmesi lazım. Bu, “Barış” adı altında yeni bir “Haçlı seferi” başlatılması demektir.
Zaten tarih boyunca, Vatikan hiçbir zaman tavrını net bildirmedi. Sözü ile özü bir olmadı. Gerçek niyetleri hep saklı kaldı. Başarırlar veya başaramazlar, ama bu defa gerçek niyetlerinin; dinlerarası diyalog, hoşgörü adı altında, dinleri birleştirmek, sonra da bütün dünyayı Hıristiyanlaştırmak olduğu ortaya çıktı artık. Çünkü, bütün baskılara, zorlamalara rağmen hâlâ İslam, sadece İslam dünyasında değil tüm küresel bazda yegane adres ve cazibe merkezi. Bu Batı’yı korkutuyor. Çünkü, Hıristiyanlık diye bir din kalmadı. Çünkü Avrupalılar, Hıristiyanlığı işlerine nasıl geliyorsa öylece değiştirme yoluna giderek, yani dini kendilerine, çıkarlarına ve keyiflerine
uydurarak, Hıristiyanlık din olmaktan çıktı. Öte yandan Hinduizm, Budizm ve Şintozim gibi Doğu dinleri, bu dünyaya söyleyebilecekleri bir şeyleri olan dinler olmaktan çok çok uzaklar: Fosilleşmiş, sadece
birer aksesuar veya terapi işlevi görebilecek durumda bu dinler.
Şu an dünyada onca baskıya, sindirmeye ve zulme rağmen dinamizmini,
canlılığını ve hayatiyetini sürdüren ve insanlığa umut ve ufuk verebilecek olan tek din İslam dinidir. Batılılar bu gerçeği gördüler ve o yüzden, komünizmden sonra, İslamı hedef seçtiler.
Bunun için şu iki şeyi yapmayı planlıyorlar: Birincisi, ne yapıp edip İslamı terörle, özdeşleştirerek mahkum etmek. Müslümanları terörist, zararlı kimseler olarak göstermek. İkincisi de, İslamın içini boşaltarak sadece ferdi bir inanç meselesi haline getirerek dünyaya, hayata ilişkin entelektüel, siyasi, ekonomik, kültürel taleplerini iptal etmeye çalışmak.
Bunu sağlamak için de, İngiliz Sömürge Bakanlığı Hıristiyan misyonerlerine üç asır önce şu gizli talimatı verdi:
1- İslâm alimleri, toplum nezdinde küçük düşürülerek saf dışı edilmelidir.
2- Peygamberin dinden maksadı sadece İslâm dini değildir. Hıristiyanların ve Yahudilerin dinleri de Müslümanlıktır. Çünkü kaynakları birdir. Bu konu ısrarla vurgulanmalıdır.
3- Müslümanlar ibadetlerden alıkonulmalıdır. “Allah’ın ibadete ihtiyacı olmadığı” gibi gerçekler her an onlara telkin edilmelidir. Böylece ibadetten soğumaları sağlanmalıdır.
4-Müslümanların kılık kıyafetiyle, yaşayışıyla, yazı, karikatür ve fıkralarla alay edilmeli.
5- Müslümanların ellerinde gerçek Kur’an’ın olmadığı... Hadislerin uydurma olduğu söylenmeli... Ve onlar Kur’an ve Sünnet hakkında şüpheye düşürülmelidir.
1- İslâm alimleri, toplum nezdinde küçük düşürülerek saf dışı edilmelidir.
2- Peygamberin dinden maksadı sadece İslâm dini değildir. Hıristiyanların ve Yahudilerin dinleri de Müslümanlıktır. Çünkü kaynakları birdir. Bu konu ısrarla vurgulanmalıdır.
3- Müslümanlar ibadetlerden alıkonulmalıdır. “Allah’ın ibadete ihtiyacı olmadığı” gibi gerçekler her an onlara telkin edilmelidir. Böylece ibadetten soğumaları sağlanmalıdır.
4-Müslümanların kılık kıyafetiyle, yaşayışıyla, yazı, karikatür ve fıkralarla alay edilmeli.
5- Müslümanların ellerinde gerçek Kur’an’ın olmadığı... Hadislerin uydurma olduğu söylenmeli... Ve onlar Kur’an ve Sünnet hakkında şüpheye düşürülmelidir.
Özetlemek gerekirse, Hıristiyan aleminin hedefi, dinin temeli olan iman esaslarınıbildiren kelâm ve fıkhı ilmini yok edip, İslamiyeti emir ve yasakları olmayan bir hümanizma, bir felsefi ahlâk sistemi haline getirmek...
“MÜSLÜMANLAR NASIL HIRİSTİYAN YAPILIR?”
Hıristiyanlaştırmada nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini Misyoner papazlarından Geo G. Harris, “Müslümanlar Nasıl Hıristiyan Yapılır?” isimli kitabında (özetle) şöyle açıklar:
Hıristiyanlaştırmada nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini Misyoner papazlarından Geo G. Harris, “Müslümanlar Nasıl Hıristiyan Yapılır?” isimli kitabında (özetle) şöyle açıklar:
“Müslümanları Hıristiyan yapmak çok zordur. Çünkü Müslümanlar, inançlarına, ananelerine bağlıdır ve çok inatçıdırlar. Bunları Hıristiyan yapmak için şu hususlara dikkat edilmesi gerekir.
1- Onları Hıristiyan olmak için açıktan katiyyen zorlamayınız. Hiç olmazsa, kalblerine bir şüphe salarsınız, başlangıçta bu şüphe bile bize yeter.
2 – Müslümanlar genellikle fakir kimselerdir. Fakir bir Müslümana bol para, hediye ve eşya vererek veya ona bir Hıristiyan yanında iş imkanı sağlıyarak, kendisini Hıristiyanlığa teşvik etmelidir.
3 – Müslümanların çoğu, din ve fen bilgilerinde cahildir. Ne Hıristiyanlık ne de Müslümanlık hakkında geniş bilgileri yoktur. Çoğu islam ilimlerinden ve islam alimlerinin kitaplarındaki ince bilgilerden tamamen habersizdir. Dağıttığımız kitapların onların anlıyabilecekleri kadar basit ve açık ifadeli olmasına son derecede dikkat edin.
Karşınızdaki insanların çok cahil olduğunu ve kafalarının ancak basit ifadeleri anlıyabileceklerini unutmayın. İçlerinden elde ettiğiniz kimselerle İslamiyete hurafeler sokun. Bunlar vasıtasıyla, reformu; dinin emir ve yasaklarının çağa uymadığını sık sık gündeme getirin. Geçmişle irtibatlarını kesin; herkesin dinin kurallarını kendisinin
yorumlamasını sağlayın! Bu fikirde olanlara el altından destek verin! İslamiyet ne kadar bozulursa, asli unsurlarından ne kadar uzaklaştırılırsa bizim işimiz de o kadar kolaylaşır.
4 – Onlara daima şunu anlatın:” Siz de biz de aynı Allah’a inanıyoruz. Ancak gerçek din Hıristiyanlıktır. Bunun isbatı meydandadır. Görüyorsunuz ki, teknolojide zirvede olan devletler Hıristiyan; dünyada en zengin, en medeni, en bahtiyar insanlar yine Hıristiyanlar. İslam memleketleri Hıristiyan memleketlerinden yardım dilenmekte...
Allah, gerçek din olan Hıristiyanlığa girmeyenleri cezalandırmak için, onları daima sefil, hakir, perişan bir halde bırakmakta. Bunun için Müslümanların hiçbir zaman iki yakası biraraya gelmiyecektir.”
İşte misyonerler, bu yalan, iftira sözler ile, Müslümanları aldatmaya, Hıristiyan yapmaya uğraşmaktadırlar. Cenab-ı Hakka, hamd-ü sena olsun ki, Müslümanlar onların zannettikleri kadar cahil insanlar değildir. Misyonerlerin bu yalan propagandalarına ancak gülerler. Çünkü, Hıristiyanlığın refah, servet, bereket, saadet getirdiği hakkında
söyledikleri sözler doğru değildir. Hıristiyanlığın bir memleketin gelişmesine, ilerlemesine, zengin olmasına hizmet ettiği şöyle dursun, tamamen aksine olarak, bütün bunlara mani olduğu, Hıristiyanlığın Avrupa devletlerine hakim olduğu Orta Çağ’da görülmüştür.
Hıristiyanlar, ilerlemelere mani olmuşlar, ilim ve fennin bulduğu herşeyi günah saymışlar, dünyanın döndüğünü söyleyen Galile’yi idama mahkum etmişler, insanların dünyaya ancak çile çekmek için geldiğini ileri sürerek, eski Yunan ve Roma fen adamlarının eserlerini ortadan kaldırmışlar, eski medeniyet eserlerini yakıp yıkmışlar, dünyayı karanlığa sokmuşlar, harabeye çevirmişlerdir. Ancak, İslamiyetin zuhurundan ve dünyaya intişarından sonra, eski medeniyet eserleri tekrar meydana çıkarılmış, eski fen bilgileri, Müslümanlar tarafından elde edilen yeni buluşlarla zenginleştirilerek, okutulmaya başlanmış, İslam üniversiteleri kurulmuş, sanayi, ticaret gelişmiş, insanlar barış ve refaha kavuşmuştur. İlm, fen ve tıb yalnız Müslümanlarda olduğundan, Papa İkinci Silvester, Endülüs İslam Üniversitesinde
okumuş, İspanya krallarından Sancho, hastalığını tedavi ettirmek için, İslam hekimlerine müracaat etmiştir.
1- Onları Hıristiyan olmak için açıktan katiyyen zorlamayınız. Hiç olmazsa, kalblerine bir şüphe salarsınız, başlangıçta bu şüphe bile bize yeter.
2 – Müslümanlar genellikle fakir kimselerdir. Fakir bir Müslümana bol para, hediye ve eşya vererek veya ona bir Hıristiyan yanında iş imkanı sağlıyarak, kendisini Hıristiyanlığa teşvik etmelidir.
3 – Müslümanların çoğu, din ve fen bilgilerinde cahildir. Ne Hıristiyanlık ne de Müslümanlık hakkında geniş bilgileri yoktur. Çoğu islam ilimlerinden ve islam alimlerinin kitaplarındaki ince bilgilerden tamamen habersizdir. Dağıttığımız kitapların onların anlıyabilecekleri kadar basit ve açık ifadeli olmasına son derecede dikkat edin.
Karşınızdaki insanların çok cahil olduğunu ve kafalarının ancak basit ifadeleri anlıyabileceklerini unutmayın. İçlerinden elde ettiğiniz kimselerle İslamiyete hurafeler sokun. Bunlar vasıtasıyla, reformu; dinin emir ve yasaklarının çağa uymadığını sık sık gündeme getirin. Geçmişle irtibatlarını kesin; herkesin dinin kurallarını kendisinin
yorumlamasını sağlayın! Bu fikirde olanlara el altından destek verin! İslamiyet ne kadar bozulursa, asli unsurlarından ne kadar uzaklaştırılırsa bizim işimiz de o kadar kolaylaşır.
4 – Onlara daima şunu anlatın:” Siz de biz de aynı Allah’a inanıyoruz. Ancak gerçek din Hıristiyanlıktır. Bunun isbatı meydandadır. Görüyorsunuz ki, teknolojide zirvede olan devletler Hıristiyan; dünyada en zengin, en medeni, en bahtiyar insanlar yine Hıristiyanlar. İslam memleketleri Hıristiyan memleketlerinden yardım dilenmekte...
Allah, gerçek din olan Hıristiyanlığa girmeyenleri cezalandırmak için, onları daima sefil, hakir, perişan bir halde bırakmakta. Bunun için Müslümanların hiçbir zaman iki yakası biraraya gelmiyecektir.”
İşte misyonerler, bu yalan, iftira sözler ile, Müslümanları aldatmaya, Hıristiyan yapmaya uğraşmaktadırlar. Cenab-ı Hakka, hamd-ü sena olsun ki, Müslümanlar onların zannettikleri kadar cahil insanlar değildir. Misyonerlerin bu yalan propagandalarına ancak gülerler. Çünkü, Hıristiyanlığın refah, servet, bereket, saadet getirdiği hakkında
söyledikleri sözler doğru değildir. Hıristiyanlığın bir memleketin gelişmesine, ilerlemesine, zengin olmasına hizmet ettiği şöyle dursun, tamamen aksine olarak, bütün bunlara mani olduğu, Hıristiyanlığın Avrupa devletlerine hakim olduğu Orta Çağ’da görülmüştür.
Hıristiyanlar, ilerlemelere mani olmuşlar, ilim ve fennin bulduğu herşeyi günah saymışlar, dünyanın döndüğünü söyleyen Galile’yi idama mahkum etmişler, insanların dünyaya ancak çile çekmek için geldiğini ileri sürerek, eski Yunan ve Roma fen adamlarının eserlerini ortadan kaldırmışlar, eski medeniyet eserlerini yakıp yıkmışlar, dünyayı karanlığa sokmuşlar, harabeye çevirmişlerdir. Ancak, İslamiyetin zuhurundan ve dünyaya intişarından sonra, eski medeniyet eserleri tekrar meydana çıkarılmış, eski fen bilgileri, Müslümanlar tarafından elde edilen yeni buluşlarla zenginleştirilerek, okutulmaya başlanmış, İslam üniversiteleri kurulmuş, sanayi, ticaret gelişmiş, insanlar barış ve refaha kavuşmuştur. İlm, fen ve tıb yalnız Müslümanlarda olduğundan, Papa İkinci Silvester, Endülüs İslam Üniversitesinde
okumuş, İspanya krallarından Sancho, hastalığını tedavi ettirmek için, İslam hekimlerine müracaat etmiştir.
Dinler arası diyalog safsatasının bilgi ve belgeler ışında irdeledik ve müslümanlar üzerinde oynanmış ve oynanmaya devam eden oyunlar gözler önüne sermeye çalıştık.
Dipnot: Google'a dinler arası diyalog yazdığınızda dinlerarasidiyalog.com web adresinden önce İncil kitabının resmi web sitesi olan kutsalkitap.org adresi ile karşılaşırsınız.
Dipnot: Google'a dinler arası diyalog yazdığınızda dinlerarasidiyalog.com web adresinden önce İncil kitabının resmi web sitesi olan kutsalkitap.org adresi ile karşılaşırsınız.
Yaşasın Allah katında tek din olan İslam...
Vural Egemen SARIGÖZ
26/10/2011
Kaynaklar:http://www.mehmetoruc.com/detay.asp?h=1
Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124
F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998
Kur'an-ı Kerim ayetleri
F.Gülen Küresel Barışa Doğru kitabından, s.45
(Ahmet Şahin, Zaman- 17.4.2000
F.Gülen (Küresel Barışa Doğru kitabından s.131
Washington Haber Forum, 21 Nisan 2004
http://tr.wikisource.org/wiki/Fethullah_G%C3%BClen'in_II._John_Paul'a_mektubu
F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998
Kur'an-ı Kerim ayetleri
F.Gülen Küresel Barışa Doğru kitabından, s.45
(Ahmet Şahin, Zaman- 17.4.2000
F.Gülen (Küresel Barışa Doğru kitabından s.131
Washington Haber Forum, 21 Nisan 2004
http://tr.wikisource.org/wiki/Fethullah_G%C3%BClen'in_II._John_Paul'a_mektubu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder